Metropolitian Sanat Müzesi’nin bozkır halklarının sanatına değin son sergisi, İskitler’in Topraklarından başlığı altında 1975 yılında düzenlenmişti. O günden bu yana geçen yirmi beş yıl içerisinde gerçekleştirilen kazılarda çok önemli bulgular elde edildi. Rus- Çin sınırı yakınlarında, Gorno-Altay Özerk Yönetim Birimi’ndeki Ak-Alah’ta ortaya çıkarılan donmuş gömüt ve Çin’in batısında, Uygur Özerk Bölgesi’ndeki Urumçi’de bulunan mumyalar, İÖ birinci binde Sibirya’dan Karadeniz’e, hatta daha da batıya uzanan bozkırlarda at binip egemenlik kurmuş göçebe topluluklara ilişkin bilgileri belki yeniden biçimlendirmedi ama büyük ölçüde zenginleştirdi.
Ne var ki, bu bulguların hiçbiri, Avrupa’nın doğu ucunda, Ural Dağları eteklerinde, Filippovka’daki gömlükte gün ışığına çıkarılan yirmi altı geyik kadar olağanüstü ve şaşırtıcı değildi.
1986-1990 yılları arasında yapılan kazılardan elde edilen bu göz kamaştırıcı altın objeler, İÖ 5. Ve 4. yüzyıllara tarihleniyordu.
Aynı dönemin Yunanlı tarihçisi Herodotos’un “kırsal göçebeler” diye tanımladığı Sarmatlar’ın ve onlarla bağıntılı olarak İskitler’in kültürünü yansıtan altın kakma kılıçlar; altın kaplama bezekler, altın ve gümüş kaplama ahşap geyik yontuları, başlangıçta çanaklara, kap kaçağa tutturulmuş olduğu sanılan altın levha ve kulplar, Avrasya’nın erken dönem göçebe sanatının en çarpıcı örnekleriydi.
ALTIN GEYİĞİN BULUNMASI
Rusya’daki güney Ural Dağları’nın eteklerinde, Filippovka köyü yakınlarında, altı kilometre uzunluğunda bir yarım daire biçiminde düzenlenmiş yirmi beş toprak kurgan bulunmaktadır.
Bu kurganların en büyüğü neredeyse 112 metre çapında ve yaklaşık 7 metre yüksekliğindedir.
Rusya Bilimler Akademisi’ne bağlı Ufa Araştırma Merkezi’nin Tarih, Dil ve Edebiyat enstitüsü’nden bir ekip, 1986-1990 yılları arasında, bu kurganların on yedisinde kazı gerçekleştirdi.
İÖ 5-4. yüzyıllar arasına tarihlenen ve “İskit - Sibirya” hayvan üslûbunun benzersiz bir çeşitlemesini oluşturan çok zengin sanat yapıtlarını gün ışığına çıkarmıştır.
Bazı uzmanlar, bu yapıtları, erken dönem Sarmat kültürüne yakıştırmışlardır.
Kurgan I’de elde edilen eserlerin büyük bir bölümü, göçebe bir kabile reisinin gömütü olduğu sanılıyor. Kurgan I’de ayrıca Mısır’ın Pers kökenli Ahameniş hanedanı döneminde ( İÖ yaklaşık 559-330) yapılmış yabancı nesneler de bulunmuştur.
Gömütün içinde ise altın ve gümüşle kaplanmış, olağanüstü güzellikte ahşap geyik figürlerine rastlanmıştır.
HERODOTS
İzlenimleri
Grek tarihçi Herodotos, genellikle “tarihin babası” olarak anılır.
Bir çok yöreyi gezmiş olan Herodotos, Anadolu’yu, Asya kıtasının içlerini, Yunan adalarını, Mısır’ı ve Karadeniz kıyılarında İskitler’in yaşadıkları yerleri dolşamıştır.
Herodotos, Pers kralı Dareios’un İskitler’e karşı giriştiği seferi kabilelerinin gelenek, görenek ve inançlarına, bölgenin coğrafi halklarının yerleşim düzenlerine kapsamlı bir biçimde yer verir.
Herodotos, İskitler’den bahsederken büyük ölçüde sözlü bilgilere dayanır; hiçbir İskit kampına gitmediği, kentte oturanlarla görüştüğü anlaşılmaktadır.
Başvurulacak hiçbir yazılı kaynak olmadığından, Herodotos, sıfırdan başlayarak bilgi toplamak zorunda kalır; zaman zaman aynı öykünün değişik yorumlarını anlatır, sonra da kendi değerlendirmesini yapar.
Ne var ki Herodotos’un yazdıklarının büyük bölümü, sözgelimi zengin İskit kurganlarını ve bazı bozkır halklarının esrar çekmelerini anlatan bölümler, hem arkeolojik buluntular tarafından desteklenmiş hem de arkeolojik buluntulara ışık tutmuştur.
Herodotos, Sarmatlar’ın ülkesinin, İskitler’in yaşadığı toprakların ötesinde “Azak Denizi’nin bitiminde, kuzeye doğru on beş günlük yol alındıktan sonra başladığını, ormandan da bahçe ağaçlarından da yoksun olduğunu” söyler.
Sarmatlar, Greklerle savaştıktan sonra Karadeniz’e açılarak Kırım kıyılarında çıkan, burada İskitler’le karşılaşan Amazonlar ile birleşen İskit delikanlılarının soyundan inmişlerdir. Dolayısıyla Amazon geleneklerine uygun olarak yaşayan “Sarmat kadınları ata biner, erkekleriyle ya da yalnız başlarına ava çıkar, erkeklerin yanında savaşa katılır ve erkeklerle aynı giysileri giyerlerdi.”
GÖRSEL BİLGİSİ : Levha ve Kulp
MÖ 4. yüzyıl, Altın
Levhanın yüksekliği : 8,8 cm
Levhanın genişliği : 5,7 cm
Kulbun yüksekliği : 3,4 cm
Kulbun uzunluğu : 6,7 cm
Ufa Arkeoloji Müzesi,
Başkırdistan, Rusya Federasyonu
Filippovka'da Gömme Töreni
Herodots, sıradan İskitler'in gömme törenlerinin kırk gün sürdüğü anlatılır. Filippokav'daki Kurgan I'de olan kabile reisinin gömme töreni çok daha uzun sürmüş olsa gerektir. Tören, bağlaşık kabilelerin üyelerinin de yer aldığı geçit alayının, hükümdarın mumyalanmış bedenini gömütüne taşımalarıyla başlamış olabilir.
Gömüt hazırlanadursun, altın geyikler, vb gibi tören nesneleri yapılmış, şölenler düzenlenmiştir. Kabile reisinin, altın bezeklerle bezeli giysiler içindeki bedeni, halılar ya da keçelerle ve ağır altın levhalarla kaplı bir teskere üstüne yerleştirilmiştir. Kurgan, belki de Novoçerkask'ta elde edilmiş diademe (ufak taç) üzerindeki geyikler gibi düzenlenmiş altın geyiklerden bir çemberle çevrelenmiş olabilir.
Gömüt odası tamamlandığında, toprak duvarlara kumaşlar asılmış, yere halılar serilmiştir belki de. Hükümdar büyük olasılıkla, gömütün içinde, altın mücevherlerinin, içki kaplarının ve silahlarının ortasına yatırılmıştır. Hükümdarın İran kültürüyle yakın bağıntısı olduğunu gösteren atını süsleyen Ahameniş tarzı altın takılar da gömüte bırakılmıştır. Gömüte, belki de hükümdarın atı ve bir ya da birkaç karısı da konmuştur. Gömüt odası son kapatıldıktan sonra belki de ölüyü öbür dünyaya taşıyacakları düşünülen beş altın geyik, geçite özenle yerleştirilmiştir. Son tören, büyük olasılıkla sanrı gündüren bir içki olan HAUMA içilmesini de içeriyordu. Kutsal içki, altın levhalarla bezenmiş çanaklarda hazırlanıyor, çok güzel altın bezeli maşrapalarla kaplara aktarılıyordu. Gömme töreninde kullanılan nesneleriki hazine çukuruna gömüldüğünde, tören sona eriyordu. En sonunda, gömüt odasının üstü kapatılıyor, ahşap bir üst kat inşa ediliyor ve kabile reisinin bozkır ülkeleriyle bağlantısının sonsuza dek sürmesini sağlamak amacıyla kurganın üstü çimen topraklarıyla kaplanıyordu.
HAYVAN İMGELERİ ve GÖÇEBELERİN İNANÇLARI
Bazı geleneksel göçebe toplumlarında, hayvan imgeleri genellikle, kabileye kültürün yararlarını getirmiş olan kahraman ataları simgeler. Günümüzdeki Sibiryalı ve Moğol şamanlar bile korunma büyüsü olarak başlarına geyik boynuzları takarlar ve insan dünyası ile ruhlar dünyası arasında aracılık ederler. Gerçi eski bozkır göçebeleri sanatlarının anlamını açıklayan hiçbir yazılı belge bırakmamışlardır. Ama dünyaya bakışlarını aynı zamanda hayvan imgeleriyle de dile getirdikleri açıktır. Hem hayvanların, hem de takı olarak kullandıkları nesnelerin özellikleri çeşitli yorumlara açıktır. Geyiklere, kedi cinsinden hayvanlara ve av kuşlarına çok yaygın biçimde rastlanır, ama develer, atlar, dağ keçileri ve yarısı aslan yarısı kartal ejderhalar gibi mitolojik yaratıklar da betimlenmiştir. Nesnelerde betimlenen hayvanların seçimi, kuşların ve kanatlı mitolojik yaratıkların yaşadığı bir gökyüzü dünyasına, yeryüzü hayvanlarının yaşadığı bizim dünyamıza, ve balıklar ve yılanların simgelediği bir yeraltı dünyasına olan inancı yansıtıyor olabilir. Ama en açık seçik görülen, yırtıcı hayvanların acımasız gücünün vurgulandığı saldırı sahneleridir.
Av sahneleri, özellikle de geyik avı, ayakta duran figürler, silahlar, kap, kacak ve çanaklar, levhalar ve takılar gibi çok çeşitli nesnelerde betimlenmiştir. Pazırık'ta rastlanan atlardan birinin, başına bir mask takılarak geyiğe dönüştürülmüş olduğu görülmüştür.
Göçebelerin sanatında hayvan denince İÖ 7. yüzyıldan 4. yüzyıla kadar steplerde dolaşmış olan kailelerin sanatında ağırlıklı olarak rastlanan yabanıl hayvan motifleri akla gelir.
Ren geyikleri, kızıl geyikler, iri boynuzlu geyikler, kaplanlar, Sibirya’nın kar kaplanları, yaban domuzları, kurtlar, develer ve av kuşları hayvan imgelerinin zengin repertuarını oluşturur. Ama geyik, kedi cinsinden hayvanlar ve av kuşları, tüm bozkır halklarının paylaştığı ortak motiflerdir.
Kuzey Rusya ve Sibirya’da ele geçirilmiş olan, İÖ üçüncü bin yıl ile ikinci binyıl arasındaki dönemden boynuzlu hayvan heykelcikleri ve hayvanların betimlediği taş resimler ( petroglifler), hayvan imgelerinin bu yörelerin özgün sanatını oluşturduğunu gösterir.
En eski biçimiyle bozkırların hayvan sanatı, her hayvanın kendine özgü duruşu örnek alınarak yakın ve doğal bir şekilde biçimlendirilmiş tek tek figürlerden oluşuyordu.
Abartılı boyutlardaki kulaklar ve boynuzlar, taşıma kolaylığı sağlaması için bazen takılıp çıkarılabiliyordu.
Hayvan sanatının gelişmesinde ağaç oymacılığı önemli bir rol almıştı. Ama hayvan motifleri çok renkli duvar keçelerinin, deri örtülerinin, takıların, boncuk ve kolyelerin, maden işlerinin, dahası dövmelerin bezenip süslenmesinde de kullanılıyordu.
Bozkır sanatı, zamanla, göçebe kabileler ile Grek, Yakındoğu ve Çin uygarlıkları arasındaki ilişki ve bağlantılar sonucu değişime uğradı. Sonunda, daha batıda bulunan İskit hükümdarları, Grek zanaatkârlara sipariş vermeye başladılar. Onlar da “barbar” müşterileri için bozkırlardaki kökenlerinden epey uzaklaşmış görünen göçebe hayatından sahneler betimlediler. Ahameniş imparatorluğu ve öteki Yakındoğu kültürleriyle ilişkiler, Altay Dağları’nın doğusunda, yalın hayvan motiflerinin yırtıcı hayvanların avlarını parçaladıkları sahnelere dönüşmesine yol açarken, bu kültürlerden esinlenen Sibiryalı zanaatkârları da mitolojik canavarlar yaratmaya yöneltti.
Hayvan sanatının belki de en katkısız örnekleri, Filippovka’daki Kurgan I’de bulunmuş olan altın kaplamalı ağaç geyik ve altın çanaklardır.
ALTIN GEYİK
" Metropolitian Sanat Müzesi’nin bozkır halklarının sanatına değin son sergisi, İskitler’in Topraklarından başlığı altında 1975 yılında düzenlenmişti. O günden bu yana geçen yirmi beş yıl içerisinde gerçekleştirilen kazılarda çok önemli bulgular elde edildi. Rus- Çin sınırı yakınlarında, Gorno-Altay Özerk Yönetim Birimi’ndeki Ak-Alah’ta ortaya çıkarılan donmuş gömüt ve Çin’in batısında, Uygur Özerk Bölgesi’ndeki Urumçi’de bulunan mumyalar, İÖ birinci binde Sibirya’dan Karadeniz’e, hatta daha da batıya uzanan bozkırlarda at binip egemenlik kurmuş göçebe topluluklara ilişkin bilgileri belki yeniden biçimlendirmedi ama büyük ölçüde zenginleştirdi."
PAZIRIK SANATI
1929 yılında Altay Dağları'nın doğu bölümündeki Pazırık'ta yapılan kazılarda ortaya çıkarılan donmuş kurganlardan elde edinilen bulguların gün ışığına kavuşturduğu Pazırık ya da Altay Kültürü, güney Sibirya'nın Çin sınırlarına kadar uzanan çok geniş bir bölgesini kapsıyordu. Bu yörenin hükümdarları, içinde at gömütlerinin de bulunduğu yeraltı gömütlükleri yaptırmışlardı. Bu gömütlükler, büyük bir olasılıkla, gerçek hayattaki göçebe kamplarının birer replikasıydı.
Herodots, İskitler'in yaşadığı yörenin doğusunda kalan ve çok uzaklara uzanan toprakları bilinen dünyanın sınırı olarak kabul eder ve buralarda yaşayanları insandan saymaz. Oysa Pazırık kültürüne bağlı hükümdarlar, öteki bozkır kabileleriyle, Perslerle ve Çinle bağlantılarını sürdürüyordu. Bu kabile reisleri, zenginliklerinş, büyük bir olasılıkla, batıdaki bozkırlardan Çin'e uzanan kara yollarını, Altay Dağları'ndaki altın ve gümüş madenlerini denetim altında tutmalarına borçluydular.
GÖÇEBE KABİLE REİSLERİNİN ATLARI
Bozkır kabilelerinin, en azından MÖ üçüncü binden bu yana, göçebe atlılardan oluştuğu anlaşılmaktadır. Bunlar, beslenmelerini öncelikle koyunlar ve atlardan oluşan sürülerinden sağlıyor, atlardan yalnızca et değil, süt, kımız ve peynir de elde ediyorlardı.
Hiç kuşku yok ki, bu halklar, ata ilk başlarda eyersiz biniyorlardı. Eyere, ilk olarak üzengileri olmayan bir çul biçiminde, Altay Dağları'ndaki Pazırık'ta bulunan MÖ 5. yüzyıla tarihlenen gömütlerde rastlanmıştır. Söz konusu gömütlerde korunmuş olan at takımları son derece nitelikli süslemelere sahiptir. Pazırık'ta ortaya çıkarılan eyer örtüleri, parlak renkli keçeden, hatta Çin ipeğindendir.
Bunların bazıları altın yaldız bezelidir. Bazı atlara, rengeyiği ve grifon başı biçiminde masklar takıldığı anlaşılmaktadır. Bir zamanlar altınla kaplanmış olduğu sanılan at takımlarına ve süslerine rastlanmıştır. Aynı dönemin İskit hükümdarlarının gömütlerinde bulunan gemlerden bazılarının altın takılarla süslü olduğu göörülmüştür.
Bir göçebe kabile reisi öldüğünde, atları da onunla birlikte gömülürdü. Bir İskit hükümdarının gömütünde dört yüzden fazla kurban edilmiş at bulunmuştur. Gerçi öteki İskit hükümdarlarının gömütlerinde bu kadar çok ata rastlanmamıştır ama bu yine de en basit bozkır gömütlerinde bile at takımları ve at kemikleri eksik değildir.
Anlaşılan hiç kimse, -kral da sıradan insanlar da- öbür dünyadaki hayatına atsız başlamak istememiştir.