KUBAD ÂBAD SELÇUKLU
13. Yüzyıl Doğa ve Masal Yaratıkları
ASLANDAN SFENKSE
Rüçhan Arık
Fotoğraflar : Ali Konyalı
Kaynak : P Dergisi, Sayı 23
Türkiye’nin temelini atan Selçukluların, kazılarla ortaya çıkarmakta olduğumuz kalıntıları sayesinde bütüne yakın planı bilinen dünyada tek saray sitesi, Torosların eteklerinde Beyşehir Gölü kıyısındaki Kubad Âbad’dır. En büyük iki yapı kalıntısı, “Büyük Saray” ve "Küçük Saray” diye anılır. Burası Anadolu’ya geldiklerinde sanılanın aksine, yüksek düzeyde kültür ve sanat birikimi bulunan Selçuklular hakkında, başta resim sanatı olmak üzere, umulandan fazla fikir ve bilgi vermektedir. Selçuklu sanat anlayışını yansıtan en zengin miras, minyatür resimli saray çinileridir. Bunlar başlıca sekiz kollu yıldız, haç ve dört köşe biçimli levhalar halinde yapılmıştır. Desenleri, sır altı ve lüster denilen tekniklerle düzenlenmiştir.
Bu çinilerde yansıyan sanatsal biçimlendirme geleneğinin kaynakları, Orta Asya’da MÖ 7. yy dolaylarında Hunlarla başlayıp gelişen, Türkler ve diğer Asyalı kavimlerce paylaşılan ve hayvan üslûbu de denen göçebe sanatındadır ve temel özelliği “stilizasyon/üslûplaştırma”dır. Devamlı doğayı, en başta da hayvanları gözlemleyerek geçen göçebe yaşamda, destanlar ve doğa güçlerine ilişkin inançlarda, hayvanlar birçok kavramları, değerleri ve çeşitli hayali olayları simgelemekteydiler. Bezemeler, doğal görüntülerin değişik bir yorumla yeni biçim kalıplarına döküldüğü, yani stilize edildiği böyle simgeleri içermekteydi.
Budist Çin ve Zerdüşt eski İran sanatlarından etkilenen Türk toplumları, Abbasilerin öncülük ettiği yeni İslam sanatı çerçevesinde, çok yönlü ve karmaşık bir “kültür değişimleri” ortamına girmişlerdir. Uygurlardan beri var olan fresk ve minyatür geleneği bu ortama uygulanarak devam etmiştir. Gazne saraylarına ait fresk kalıntıları, kabartmalar bunu gösteriyor. Bunun yanı sıra, Samanilerin başlattığı, sonra Karahanlılardan itibaren, Türk iktidarları zamanında ilerleyen bir Türk-İslam seramik sanatı oluşmuştur. Samaniler ve hemen ardından Karahanlılar zamanında Afrazyab (eski Semerkand) seramikleri parlamış; bunu Gaznelilerin renkli sırlı, kabartma hayvan figürlü duvar çinileri izlemişti.
Sonraki dönemlerden anıtsal duvar resmi buluntuları henüz ele geçmemiş olmakla birlikte, minyatür ve seramik alanında Uygur kökeni ağır basan resim stilinin geliştiği görülmektedir.
Selçuklu saraylarının mimari süslemelerinde, onların gerçek hayvanları ne denli iyi gözlemledikleri ve buna dayanarak destan yaratıklarını ne kadar inandırıcı biçimde tasvir ettikleri; başlı başına zengin gözlemler ve yorumlar içeren bir resim sanatı yarattıkları ortaya çıkmaktadır. Özellikle de Beyşehir Gölü kıyısındaki Kubad Âbad saray sitesinde ele geçen figürlü çinilerde.
İlk bakışta yalnızca bezeme motifi niteliğinde, renkleri kısıtlı, basit bezemeler gibi görünen bu çini resimlerinde, ilke olarak soyut yön seçilmiş olmakla birlikte, birkaç fırça darbesiyle, gözlemden duygulanışa, hatta mizaha kadar tüm tavır ve yaklaşımlar seyirciye apaçık iletilebilmiştir.
Orta Asya’dan bu yana uzanan simgeler dünyasının dinanizm ve estetiğe katkı sağladığı Selçuklu mitolojisi ile bağlantılı konular, sfenks, grifon, ejder gibi fantastik dört ayaklılar; aslan, ayı, kurt, tilki, vahşi kedi, geyik, tavşan gibi yaban hayvanları; yırtıcı kuşlar, av kuşları, avcı kuşlar ve başka kuş cinsleriyle çeşitli kompozisyonlar; köpek, keçi, at, deve gibi evcil hayvan resimleri içeren görkemli bir figür repertuarı karşımıza çıkmaktadır.
Tarih boyunca saray çevrelerinde av, bir idman ve güç gösterisi, dolayısıyla tüm anıtsal tasvirlerde en önemli konulardan biriydi. Selçuklu sultanlarının da askeri sporla, cirit, polo, top, satranç oyunlarıyla ve av ile uğraştığı anlaşılıyor. Av partileri, av aletleriyle hazırlanan ziyafetlerle sona erer; içki, raks ve müzik bu ziyafetleri tamamlardı.
Ünlü Selçuklu tarihçisi İbn Bibî’ninyazdıklarından Selçuklular zamanında doğanın daha da zengin olduğu anlaşılan Kubad Âbad yöresindeki ormanlarda ve saray çevresindeki av parkında (paradaison=has bahçe) sürülerle dört ayaklılar, gerçekten burada kendi dünyalarını yaşıyor, hoplaya zıplaya koşuyorlardı. Bugün artık yoklar. Ne mutlu ki Selçuklu resim ustaları onları gerçek dünyalarından alıp saray çinilerindeki hayal dünyasına aktarmış. Onların sayesinde bölgenin ayı, pars (?), kurtlar, tilkiler, tavşanlar, keçiler, geyik, at ve eşek gibi “sakinleri”ni seyrediyoruz. Saray çinilerindeki avcı kuşlardan, pars dahil diğer hayvanlara kadar hepsi bu “has bahçenin kadrosunu” simgeliyor olmalıdır. Yakın zamana kadar Ege ve İç Anadolu dağlarında yaban kedisi, hatta pars avlandığını düşünürsek, bunu kabul etmek kolaylaşır.
Az sayıdaki hayvan mücadelesi, çift kuş gibi sahneler dışında, tüm figürler, bir çini levhaya bir tane olmak üzere adeta o varlığın “portresi” gibi işlenmişlerdir.
Bu topluluğu dışından figürler de bulunmaktadır. Biri insanların onları avlamasına yardım eden köpek, diğeri de bu işi kendi yapan aslan!
Aslan, kuşkusuz bu çevrenin “mensubu” değil. Herhalde sultanın gücünü simgelemek üzere karşımıza çıkıyor. Bu görevin bilincindeymiş gibi şişkin göğsü ve kabarık yelesi ile çini yüzeyinde gururla durmaktadır.
Gövde, baş ve üç ayağı, krem zemin üzerine mavi, kuyruk ve bir ön ayağı mor ile renklendirilmiş; çevresi adeta figürü vurgulamak için astarın krem rengiyle bırakılmış; kıvrık dallar, yarım palmetlerden oluşan bir desenle çerçevelenmiştir.
“Aslan kral”ın gururlu yalnızlığına karşı, avcıların yardımcısı köpek, yine her levhada tek başına olmakla birlikte, aslan gibi şişinerek seyirciye değil de haber vermek ya da almak için sahibine bakınıyor.
Av eğlencelerinin en önemli elemanı olduğu için yıldız biçimli çini levhalarda en çok köpek figürü resmedilmiştir. Çeşitli bitkisel desenlerle bezenmiş yüzeylerde, hep aynı “poz” (duruş) ile görünmektedirler: Baş geriye dönük, ön ayaklardan birini göğsüne doğru kaldırmış, arka ayaklardan biri öne adım atmış, kuyruk iki arka ayak arasından öne kıvrılmıştır.
Köpek figürleri mavi, mor renklerle resmedilmiş, böylece renk çatışmalarıyla figürün soyutluğunu artıran, hem dekoratif, hem de hareketli bir etki sağlanmıştır.
Tilki ve tanımlayamadığımız, kimi uzun, kimi normal kulaklı, ince gövdeli, belki de “vahşi köpek” olabilecek birçok hayvan figürü de köpek ile benzer pozda resmedilmiştir.
Bazı kurt figürleri az daha değişiktir: Örneğin biri, öne doğru bir hamle yaparak koşmağa hazırlanırken, bir başkası ayaklarından birini göğsüne çekmiş; tüylü kalın kuyruğunu da arka ayakları arasından öne doğru kıvırmıştır. Her ikisi de açık ağzında keskin dişleri, sivri kulakları ile oldukça gerçekçi bir izlenim bırakmaktadırlar.
Gövdesinin ağırlığı adeta hissedilen ayı tasvirine de rastlamaktayız. Çini yüzeyini kaplayan figürü nar (veya haşhaş) dalları çerçevelemektedir. Heybetli kalıplarına karşın sakince meyve yemeleri, onları ürkütücü olmaktan çıkarıyor.
Bir başka çinide bir at, dört nala koşmaktadır. Selçuklu ustasının harekete duyduğu ilgi ile gözlem gücü, bu resimde açıkça belli olmaktadır. Koşum takımı, beyaz yele gibi ayrıntılar epeyce başarılı tasvir edilmiştir. Hayvanın hareketlerini oldukça doğru yansıtmayı becerebilmesi, resimdeki gerçekçi etkiyi desteklemektedir. Krem zemin üzeri kahve, mavi gibi renklerle boyanmıştır. Genellikle figür tasvirlerindeki bu aykırı renkler, burada olduğu gibi, soyutlaştırma işlemini pekiştirdiği gibi, resme plastik ve dekoratif nitelik de sağlamaktadır.
Kubad Âbad çinilerini resimleyen ustalar, keçi figürünü coşkunlukla işlemişlerdir. Bunlar da atlar gibi gerçekçi sayılacak üslupta, atlayıp zıpladıkları durumda, doğala yakın resmedilmiştir.
Kazı buluntularından birinde görülen keçi tasviri, bunların en güzellerinden biridir. Krem renkli zemin üzerine siyah kıvrık dallar ve yapraklarla oluşan bezeme arasına yerleştirilen keçi, yüzeyde büyük yer tutmaktadır. Mor ve maviye boyanmıştır. Koşarken “meliyormuş” gibi ağzı açılmıştır.
Bir başka çini levha üzerindeki keçi figürü de çok etkileyici bir örnektir. Uçları soyut çiçek gibi motifli, yapraklı helezonlar şeklinde kıvrılan bitkisel bezemeyle kuşatılmıştır. Bitkisel süsler siyah desenli, soyut çiçek gibi motifler mavi, keçi de siyah ve mavi renklerle boyanmıştır. Dolgun vücudun ve toynakların işlenişi, karnın altındaki beyazlık, boynuzunun dalgalı biçimi, sanatçının ayrıntılara verdiği önemin kanıtıdır.
Çini buluntuların diğer ilginç hayvanı eşek de yıldız çinilerde tüm canlılığı ile işlenmiştir.
Av hayvanları arasında tavşan önemli yer tutar. Bir kısmı kesilmiş bir yıldız çinide bir tavşanın başı ve boynu kalmış; gövdesi kesilen parça ile yok olmuştur. Yüz biçimlenişi köpeği andırmakla birlikte, uzun kulakları tavşan olduğunu kanıtlamaktadır. Çinilerden birinde, hareket halinde gösterilen tavşan figürünün gövdesinde tüyleri ima eden çizgiler bulunmaktadır.
Bir diğer ilginç tasvirde ise bir avcı kuş, tavşanı yakalamış, gagalamaktadır.
Bazı çinilerde de, ellerinde veya kucaklarında ziyafet için tavşan veya gazel taşıyan hizmetkârlar görülmektedir.
Şimdi ormanlarda, av bahçesinde koşuşan hayvanları, gölde yüzen balıkları bırakıp biraz da masal dünyasının yaratıklarına, sfenkslere, grifon ve ejderlere bakalım.
Sfenksler, olağanüstü güçleriyle sarayı düşmandan, kötülük ve hastalıklardan korumaktadır. Kubad Âbad’da buna örnek olacak birçok çini bulunmuştur.
Sfenks’in gövdesi aslan, başı insandır; ayrıca kanatları vardır. Dolgun yuvarlak yüz, badem göz, tek kaş, küçük ağız genel tiptir. Bazılarının yanak ve çenelerinde benler vardır. Kimi kısa, kimi uzun saçlıdır; tepelerinde çeşitli biçimlerde başlıklar bulunmaktadır. Kubad Âbad çinilerinde daha önce tanıdığımız yırtıcı hayvanların gövdesini andırırlar; aynı tarzda ön ayaklardan birini göğüs hizasına çekip kaldırmış, arka ayaklarından biri ileri bir adım atmış; kuyruk arka ayaklar arasından öne kıvrılmıştır. Kanatlar bazılarında sivri uçla son bulur; bazılarında ise kanadın yarım palmet biçiminde sonuçlandığı görülmektedir. Daha hareketli bezemeye sahip örnekler de görülmektedir. Gövdelerine benekler, çizgiler işlenmiştir.
Küçük Sarayda 1992 kazılarında çıkardığımız parçalar, Selçuklu çini sanatından özgün örnekler kazandırmıştır. Bunların çoğunda, Büyük Saray çinilerinden farklı yeni desenler, figür ve kompozisyonlar görülmektedir.
Kubad Âbad Örnekleri
Hayvan Tipleri
Sfenksler, olağanüstü güçleriyle sarayı düşmandan, kötülük ve hastalıktan korumaktadır. Çift Başlı Ejder, gökyüzü ve evrenin hem simgesi hem de düzen vericisidir. Grifon ise masal dünyasının çok güçlü, fakat tasvirine ender rastlanan kahramanlarından biridir. Genellikle aslan vücutlu, kulaklı, kartallara benzeyen başı olan, kanatlı varlıklardır. Bu masalsı hayvanların haricinde Kubad Âbad'da keçi, aslan, köpek, kurt, tavşan, eşek gibi hayvanların yanısıra av bahçesinde yaşayan hayvanların av sahnelerine de yer verilmiştir.
SFENKS
Kötülük ve Hastalıktan Korur
Bunlardan bir yıldız çinide resmedilen sfenksin, kuyruğu ejder olarak son bulmaktadır. İnce uzun, bezeme motifi gibi zarif, neredeyse titrek çizgilerle işlenmiş, hiç yırtıcı yaratık gibi görünmeyen gövdenin bir ucunda dönüp geriye, kuyruğa bakan baş profilden verilmiştir. Beceriksizce yapılmış izlenimi veren çizgilerle tek göz cepheden, küçük ağız da yanağa kaymış biçimde tasvir edilmişlerdir. Başlığında tüy gibi bir sorguç seçilmektedir. Oval bir hâle, başı çevrelemektedir.
Kuyruğun ejder başına dönüşen ucu da yönelerek başa bakmaktadır. Sivri kulakları, açık ağzından çıkan kıvrık dili ile, Selçuklularda mimariden el sanatına kadar, hemen her malzemede görülen tipik ejder figürüdür.
Her iki baş da linear (çizgisel) üslupta biçimlenmiştir. Zaten tüm kompozisyona ince çizgiler egemendir.
Bu iki uç arasında yay gibi kıvrılan ince uzun kanat, kompozisyonun dengesinde orta eksen gibi rol oynar. Krem rengi zemin üzerinde yeşil çizgilerle resmedilen sfenksin kuyruk ve kanadı, siyaha yakın koyu yeşil renkte boyanmıştır. Zeminde yine uçları yarım palmetli kıvrım dallardan bir bezeme dolgu ögesidir.
Bu tarz sfenks tasvirleri İslam öncesinden beri bilinmektedir; ama bu İslam çağı eserlerinde ne anlam taşıdığını bilmiyoruz. Her halde, eskiden inanışları dile getiren bu biçimler, artık halk belleğinde yer ettikleri için hâlâ uygulanmaktadır. Yukarıda değindiğimiz gibi koruyucu olabilirler. Belki de bezeme dışında bir anlamları bulunmamaktadır.
Küçük Sarayın ejderli sfenksi gibi tasvirler pek yoktur. Bu destan yaratığı bazen timsah gibi gövdesinde dört ayak, kanat ile kartal gibi bir kafa, bazen de ayaklı veya ayaksız bir yılan gibi tasvir edilmektedir. Öte yandan, ejderin boğa, kartal, aslanla birleştiği kompozisyonlar da bulunmaktadır. Kubad Âbad’daki bir çini parçasında, birbiriyle kesişen karşılıklı ejder çifti görülmektedir. Sivri kulakları, iri gözleri, açık ağızlarında sivri dişleri ve kıvrık dilleri ile bu figürün daha alışılmış tipini ortaya koymaktadırlar. Çift ejder gökyüzü ve evrenin simgesi, hem düzen vericisidir. Selçuklu sanatında görülen çift ejderin veya rozet ve figür şeklindeki gezegen, burç simgeleri ile birlikte karşımıza çıkan ejderlerin, gök kubbenin idaresini, ahengini, hareketini düzenlediği ve daha da ötesi, evreni simgelediği düşünülmektedir. Ayrıca karanlıkla ve kötülükle savaşın da simgesidir. Doğrudan doğruya bir gezegeni veya burcu simgelemek üzere yapıldıkları da olmuştur. Kuşkusuz kökü İslam öncesine giden bu ikonografi değerlendirmelerinde Çin ile etkileşim sorunu da gündeme gelir. Ancak herhalde burada bunlara girişmek pek uygun olmaz.
İşin aslı ne olursa olsun, her yıl bir yaratığa ait olmak üzere on iki yılda bir devreden 12 hayvanlı Tük Takviminde ejder, bir takvim varlığıdır. Ejder yılları en uğurlu, en hayırlı yıllardır. Kubad Âbad’da bulunan ve bu gelenekle ilişkisi olan ejder tasvirleri, ne yazık ki çok azdır.
Grifon da masal dünyasının çok güçlü, fakat tasvirine ender rastlanan kahramanlarından biridir. Hayvan (genellikle aslan) vücutlu, kulaklı kartallara benzeyen başı olan, kanatlı varlıklardır.
Buluntularımızdan bir yıldız çinin krem renkli yüzüne, kıvrık dallar, yapraklarla yapılan bezemeler üzerine yerleştirilen grifon figürü, çinilerdeki genel yırtıcı yaratık proto-tipine uygun kompozisyonla resmedilmiştir. Başını geriye çevirmiş, küçük kanatları gövdenin üstünden uçları kıvrılarak çıkmış, büyük kanatları ise yay gibi kıvrılarak gövdeden yukarı, çininin üst ucuna yönelmiş, kuyruğu arka ayakları arasına uzanmış, krem zemin üzerinde mor ve maviye boyanmıştır. Zeminde yine gri-siyah renkte bezemeler yapılmıştır.
Kazılarda ele geçirdiğimiz diğer grifon figürü, yine saydam sır altında, bir yıldız çininin krem zemini üzerine işlenmiş; küçük kanadı görünmeyen gövdesine mor ve mavi renkler uygulanmıştır. İki yanından çıkan büyük kanatlar yükselip yukarda kesişmekte, uçları volütlerle son bulmaktadır. Burada da fon, bitkisel bezemelerden oluşturulmuştur.
Beyşehir Gölü’ndeki “Kız Kalesi”nde bulunan küçük boyutlu çiniler arasında en önemli örnek, grifon figürlü kırık bir yıldızdır. Stilize yapraklı kıvrık dallardan bir zemin üzerine yerleştirilen grifon, kartal başlı, aslan gövdelidir. Karada, ana külliyede çıkan sfenkslerde olduğu gibi, gövdesinde ön ayağın üstünden yukarı kıvrılan kanadı vardır. Ön ayaklarından birini, hayvan figürlü çinilerdeki gibi göğsüne kaldırmaktadır. Gölge gibi desene karşın çok görkemli etki bırakmaktadır.
Kubad Âbad’a özgü kare biçimli bir çini grubu üzerinde, yuvarlak madalyonlar oluşturan şeritler içinde, Şehname’den parçalar olabilecekleri izlenimini veren Farsça yazılar işlenmiştir. Yazılı şeritler küçük daire ilmekler yaparak madalyonlar oluşturur; bunların içinde soyut yapraklı kıvrık dallardan meydana gelen zemin üzerine sfenks, grifon gibi fantastik yaratıklar ile kuş figürleri yerleştirilmiştir. Minyatür, seramik, komşu çevrelere ait buluntu ve son derece kısıtlı kaynaklara dayanarak, Selçuklu kumaşlarında da böyle madalyon motifli bezemeler bulunduğu tahmin edilmektedir.
2001 yılındaki kazılarda ortaya çıkarılan tavşan, geyik gibi figürler içeren çiniler, Kubad Âbad’daki hayvan “kadrosunu” zenginleştirmiştir.
Kubad Âbad’da bulunan bir çinide Selçuklu ustaların özgür, denemeci, yerine göre alaycı tutumlarının sıra dışı bir örneği karşımıza çıkıyor. Konu ve simge gruplarıyla, inanışlarla ilgisi olmayan, “kavram resmi” deyiminin en güzel açıklaması sayılacak, yarısı deve, yarısı kuş biçiminde bir deve kuşu resmi. Listemize soyut ve eğlenceli bir katkı oluşturan bu tasvirde, saray çinilerinde daima kullanılan renkler ve resim özellikleriyle, gövdenin kuş kısmındaki kanatlara süslü tüyler yapılmış, deve boynuna ise çıngırak takılmıştır. Öne doğru giderken başını arkaya çevirmiştir. Böylece gerçek varlığı değil de deve ve kuş kavramlarını bir araya getiren yeni bir soyut kavramın karikatür gibi resimli açıklaması yapılmıştır.
Büyük Saray denen binanın odalarından birinde in-situ (özgün konumunda) alçı süslemeli duvar rafları bulunmuştur. Bu alçı kabartmaların, hayret ve zevkle seyrettiğimiz tavus kuşu kabartmaları, geometrik örgüler ve çiçek benzeri rozetlerden oluşan bezemelerin dökülmüş parçaları arasında, buradaki en görkemli parça ele geçmiştir: Av Sahnesi!
Kabartma aslan başı biçiminde sütun başlıkları ile burma sütuncukların taşıdığı sivri kemerle çevrelenen alçı pano yüzeyinde dört nala koşturan avcının belden yukarısı cepheden tasvir edilmiştir. Atın yularını sıkıca tutan avcı, kaftanı ve başında hâlesiyle saray ileri gelenlerinden biri, belki de sultanın kendisidir. Atın arka ayakları arasında, bir av köpeği koşmaktadır. Avcının arkasında ona uğur getiren bir melek figürü vardır. Panoyu çevreleyen kemer köşeliklerinde başlarında kanatlı taç bulunan masklar yer almaktadır. Bu maskların avla ilgili bir tılsım olduğu sanılmaktadır. Açıkça Sasani av sahnelerinin etkisini yansıtmaktadır.
Önemi şimdiye kadar tam kavranamayan ve ilk kez, Kubad Âbad kazılarını başlatan Prof. Dr. Otto-Dorn tarafından dikkat çekilen figürlü bezemeler, alelade bir süs, bir “makyaj” olmanın ötesinde, bizi başlı başına bir tasvir sanatı ile karşılaştırıyor. Bu sanat bize, Kubad Âbad’ın sultanından diğer saraylılarına, yörenin bugün bile görülen kuşlarından bitkilerine akdar, pek çok gerçek varlığını tanıtmaktadır.
Selçuklu çinilerindeki figür zenginliğinde, bir hayal coşkunluğu yansıtmaktadır. Bu zengin biçim repertuarının kökeni arandığında, bunların Türklerin “ana yurdu” sayılan bölgelerde tuğla, terra-cotta ve stuko üzerine uyguladıkları desenlerden de beslendiği görülmektedir.
İslam öğretileri ve kuralları devreye girmeden önce de, sonra da tüm doğu dünyasında gözlemlenen bir ortak eğilim bulunmaktadır. Gerçekteki biçimleri, hayvan, insan ve bitkileri, hatta dağları, denizleri, ana kavram belirli kalmakla birlikte az veya çok soyutlaştırarak yeni ve değişik biçim düzenlemeleriyle yansıtmak; yani “stilize etmek”. Çok gerçekçi ve bazen dışa vurumcu yaklaşımlar da içeren Çin ve Hint tasvir sanatları bile bu kapsam içindedir. Türk-İslam dünyasında bu eğilim, kendine özgü bir stil yaratarak ifadesini bulmuş; Anadolu’da ise şaşılacak güçteki yaratıcılık, kendine özgü bir desen dünyası oluşturmuştur.
İşte bu bağlamda, her birini soyut, stilize tasvir eserleri olarak kabul ettiğimiz resimli çiniler, figürlü alçı panolar, içerdikleri böyle, kimi simge, kimi ikon gibi ayrı ayrı şekillerle bir araya gelince, ilk bakışta sanılacağı gibi, sıradan duvar süsü motifleri değil, üniteler halinde verilmiş bütün bir çevreyi temsil eden soyut bir peyzaj tasviri oluşturmaktadır.