KAYNAK :
Nedret Bayraktar – Hülya Tezcan
Fotoğraflar: Bahadır Taşkın
P Kültür Sanat Dergisi Sayı 22
Çok erken bir yerleşim yeri olan İstanbul’da şehrin kuruluşundan itibaren yaşayan devletler, su ve suyla ilgili tesislere çok önem vermişlerdir.
Şehrin dışında olan su kaynaklarından, suyu getirmek için uzun kanallar açmışlar, su kemerleri, su dağıtım (maskem) ve su toplama (sarnıç) binaları, kuyular inşa etmişlerdir. Su tesislerinin halkın hizmetinde olan son parçaları ise çeşmelerdi.
Romalılar devrinden itibaren çeşmelerdeki sular, taş çörtenler ile akıtılıyordu. Çatıdaki suların akıtılması için de kullanılan çörtenlerin en basit şekilleri düz oluk formunda olanlarıydı. Bu çörtenlerin genellikle hayvan başları şeklinde süslendiği günümüze kadar gelen örneklerden tespit edilebilmektedir.
Antik devirde olduğu gibi Bizans devrinde ve Selçuklu ile Osmanlılarda yine hayvan figürlü çörtenlere, musluk lülelerine tesadüf etmek mümkündür.
Bugün Rumelihisarı’nda bulunan ve sur duvarında devşirme malzeme olarak kullanıldığı görülen büyük taş çörten, bir arslan başı formundadır. Çok iyi kalitedeki bu büyük mermer çörten tek değildir. Aynı bölgede yapılan bir kazı sırasında ikincisi de ortaya çıkarılmıştır. 177 santimetre uzunluğunda ve 42 santimetre genişliğindeki eser 1938 yılında Rumelihisarı Kayalar Mezarlığı’nda bulunmuş ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne götürülerek 4714 envanter numarası ile kaydedilmiştir. Hermes tapınağının bulunduğu Hermaion denilen mevkide inşa edilen Rumelihisarı; Lethe veya Oblivion Kuleleri adındaki Bizans zindanlarının yerinde bulunmaktadır. Bilindiği gibi Sultan II. Mehmed, 1452 yılında Rumelihisarı’nı yaptırırken kale formunda inşa edilmiş olan ve Bizans’ın devlet zindanları olarak kullanılan Lethe, yani Unutulmuşluk Burçları’na ait kalıntılar, hisarda yapı malzemesi olarak kullanılmıştır.
Taş çörtenlerin yanı sıra madeni olanlar da vardır. Antik Pergamon şehri olan Bergama’daki tıp merkezi Asklepeion’da bulunan çeşmenin musluklarının bronz yılanlar olduğu belirtilmektedir.
İstanbul’da Topkapı Sarayı’nın girişi olan Bab-ı Hümayun karşısındaki küçük meydanın ortasında bulunan ve Sultan III. Ahmed (1703-1730) tarafından 1728 yılında yaptırılan çeşmenin yerinde bir Bizans çeşmesi olduğu bilinmektedir. Ayasofya’nın ‘’Hagia Sophia’’ İmparator Kapısı önündeki, Bizans dönemine ait olan ve kuş ile yılan şeklindeki fıskiyelerin ağzından sular akan çeşmenin adı, kuşların çoğu Tuna olduğu için ‘’Geranion’’ yani Turnalı Çeşme idi. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesinde bulunan 1474 tarihli bir yazmada çeşmenin musluklarının siyah-beyaz olarak fırçayla çizilmiş bir deseni görülmektedir. Bir kaidenin iki tarafında yer alan uzun kuyruklu kuşlar, uzun boyunlu başlarını, ortada adeta düğümlenmiş olan yılan başlarına doğru uzatırlar. Kompozisyonun üst kısmında, yılanların tepesinde bir küçük kuş, sağda ve solda ona doğru uçan iki kuş resmedilmiştir. Trabzon’da da İmparator I. Aleksios Komnenos (1081-1118) devrine ait olarak tarihlendirilen ve ejder ağzından su akıtan bir Bizans çeşmesinin varlığından bahsedilir. 19. Yüzyıla ait bir kaynakta ‘Aleksios, rivayete göre bir ejderi öldürmüş olduğundan bakırdan bir ejder heykeli yaptırarak çeşmenin üzerine koydurmuştur; halen mevcut olan bu heykeli gördük’ denmektedir.
Selçuklu devrinde de yine hayvan başı formunda musluklar kullanılmıştır. Selçuklulara ait bronzdan ejder başlı lüleler, su ile ilgili çalışmalar yapan Yılmaz Önge tarafından tanıtılmıştır. Belirtildiğine göre, Ankara yakınında Ayaş’ta Karakaya Kaplıcası yanındaki çeşme ve kaplıcanın içinde havuzu dolduran lülelerle, Amasya Tokat yolunda Hatun Han Çeşmesi’nin iki lülesi de bu tarzdadır. Selçuklu devrine ait olarak belirtilen hayvan başlı musluk lülesi Topkapı Sarayı Müzesi’nde 25/3621 envanter numarası ile kaydedilmiştir.
Osmanlılar zamanında, erken devirlerden itibaren selsebiller, çeşme muslukları ve havuzları doldurmaya yarayan çörtenlerde aynı geleneğin devam ettiği görülür. Ayrıca hayvan başı formundaki musluklarının yanında çiçek motiflerinden de yararlanarak değişik örnekler meydana getirmişler ve repertuvarı zenginleştirmişlerdir.
Başbakanlık Arşivi’nde bulunan ve 16. Yüzyıla tarihlenen bir Muhasebe Defteri’ni yayınlayan Turgut Işıksal, çok önemli bilgilerden faydalanmamızı sağlamıştır. Tophane’den çıkan topların muhasebesi dolayısıyla düzenlenen defterden edinilen bilgiye göre; uzak kalelerdeki kırık toplar, düşmandan ganimet olarak alınanlar ve diğer vesilelerle elde edilenler ile bakır, kalay, tunç gibi madeni eşyalar Topkapı Sarayı’nın denize bakan mahzenlerinde muhafaza edilerek top dökümü sırasında Tophane’ye yollanıyordu. 16. Yüzyıla ait bu defterde, isimleriyle belirtilerek döülen topların yanı sıra gemileri ziftlemek için büyük bakır kazanlar, sarayın mutfak levazımı, Topkapı Sarayı ile Sultan Selim Türbesi’nin parmaklıkları ve İbrahim Paşa Sarayı’nın madeni tezyinatı ile musluklarının da burada yapıldığı kaydedilmiştir. Turgut Işıksal’ın yayınladığı 7668 numaralı Maliye Defteri sayesinde Tophane’de sadece top dökülmediği de burada anlaşılmaktadır.
Ayrıca tunçtan, pirinçten dökme olarak yapılan çeşme burmalarının ‘Dökümcüler Loncası’ tarafından yapıldığı belgelerden öğrenilmektedir. H. 1203/M.1782 tarihli bir belgeye göre, bu esnaf grubu, Süleymaniye’de Odunkapı civarında faaliyet gösteriyordu. Sultan IV. Murad’ın (1623 – 1640) emriyle Sadrazam Bayram Paşa tarafından İstanbul şehri tamir ettirilmiş ve çok kapsamlı bir sayım yapılması emredilmişti. 1638 yılında yapılan bu genel sayımda su ile ilgili olarak 200 sebilhane, 55 su sarnıcı, hususi ve umumi 14.536 hamam, 600 bin su kuyusu, 7989 adet su musluğu tespit edilmiştir.
Osmanlı sarayında her tür kullanım eşyasının en iyi kalitesi bulunacağından, çeşme muslukları örneklerini Topkapı Sarayı’ndan seçtik. Her ne kadar musluklar, yeri kolayca değiştirilebilen, taşınabilir parçalar olsa da Saraydakilerin büyük bir kısmının, en azından onarım tarihinden kalma orijinal eserler olduğu söylenebilir. Yenilenmesi gereken musluğun eskisine benzer olarak yeniden döküldüğü gibi, devrin modasına uygun olarak değiştirildiği de gözlenir.
Topkapı Sarayı’ndaki çeşmelerin; ayna taşları, muslukları ve yalaklarıyla bir bütün olarak, sanatsal bir yaklaşımla ele alındıkları gözlenir. Bu çeşmelerde özellikle kudretin, zenginliğin ve ihtişamın ön plana çıktığı dikkati çeker. Bu izlenimi veren çeşmelerden ilki, hiç şüphesiz, Sultan’ın yabancı elçileri kabul ettiği Arz Odası içinde yer alanıdır. Arz Odası, 15. Yüzyılda sarayın ilk kuruluş binaları arasında yer almasına karşın, günümüzdeki görünüşü 19. Yüzyılda kazanmıştır. Bina bu yüzyıla kadar çeşitli onarımlar geçirmiş, yapının iç dekorasyonu son olarak Abdülmecid döneminde, 1856 yılındaki yangından sonra ampir üslubunda yenilenmişti. Burada esas olarak bizi ilgilendiren muhteşem tahtın yanında duvara tespit edilmiş olan; ince, uzun, dikdörtgen şeklinde bir çerçeve içine yerleştirilmiş, küçük, selsebil tarzındaki çeşme ve onun etkileyici musluğudur.
Arz Odasını ilk görenler arasında Schepper’in (1533) anlattıkları, çeşmeden bahsetmesi itibariyle önem taşır. Yazar, Sultan’ın (Kanuni) oturduğu tahtın altınlı kumaşlarla kaplı olduğunu, her tarafın paha biçilmez yastıklarla dolu olduğunu yazar. Odanın duvarlarının havai mavi renkte olduğunu, ocağın dışının gümüşten olup altınla yaldızlandığını ve tahtın yanına bitişik olan çeşmeden suyun büyük bir güçle fışkırdığını, musluğun yanına küçük bir altın tas iliştirilmiş olduğunu da nakleder. Aynı yazar, Sultan’ın elçilerinin getirdiği hediyeleri izlediği pencerenin demirlerinin altın yaldızlı olduğunu ve tahtın tavanını taşıyan direklerin mücevherli olduğunu ilave eder.
16. yüzyılın ortalarına doğru Caterino Zeno’nun aynı yer hakkında verdiği bilgiler, Schepper’in anlattıklarını tamamlar mahiyettedir. Duvarların lacivert zemin üzerine altın yıldızlarla dolu olduğunu söyleyen yazar, odada vaftiz havuzunu hatırlatan çok güzel bir çeşme bulunduğundan bahseder.
Bugün alt alta iki kurnalı bir selsebil görünüşündeki çeşmenin altın yaldızlı, kalın kıvrık bir boru görünümünde, ucunda sivri dilimli eteğiyle çiçek şeklinde, ağzı süzgeçli bir musluğu vardır. Buradan dökülen su, üst üste yerleştirilmiş iki mermer tekneden süzülerek akar. Üstteki teknenin dışı, yukarıda damla şeklinde boğum kısmındaki zikzaklı ve birbirine paralel, derin oyulmuş yivlerle dekore edilmiştir. Tekneye dolan sular, taşma seviyesine gelince, teknenin etrafını çeviren, ağızları aşağıya doğru çengel şeklinde kıvrık, yaldızlanmış küçük borulardan, bu derin yivleri izleyerek alttaki, biraz daha büyük bir tekneye dolar. Her iki teknenin bronzdan dilimli bir korkuluğu vardır ki; vaktiyle altın yaldızlı olan bu korkulukların selsebile daha görkemli bir görünüş verdiği açıktır. Çeşmenin 1856 yangınında ne ölçüde zarar gördüğü bilinmese de en azından musluğun orijinaline uygun olarak yenilendiği zannedilir. Çünkü vaktiyle gür su verdiği ifade edilen çeşmenin musluğu bugünkü görünüşü ile gerek kalınlığı gerek süzgeçli ağzı vasıtasıyla bol su akıtacak güçtedir. Ayrıca altın yaldızın sağladığı parlaklık, odanın anlatılan atmosferine uyar. Her halükarda buradaki selsebilin altın yaldızlı musluğu ve yaldızlı korkuluklarıyla odanın bütününü tamamlayan bir unsur olarak düşünüldüğü anlaşılıyor.
Arz Odasının cephesinde yer alan, Kanuni dönemine ait kitabesi bulunan çeşme de bu cephenin görkemini arttıracak, gelenleri etkileyecek bir eleman olarak ele alınmıştır. 1582 yılında bir elçi kabulü sırasında binanın cephesini tasvir eden tabloda çeşme görülebilmektedir. Musluk aynası, dairesel formda, konturları dilimli, yaldızlanmış bir metalden yapılmış olarak görünüyor. Çeşmenin musluğu da yaldızlı olup burmasız, geniş ağızlı, devamlı su akıtan musluk görünüşündedir. Bu haliyle Hırka-i Saadet cephesindeki muslukla benzediği söylenebilir. Bugünkü mevcut muslukla burmasız oluşları dışında, herhangi bir benzerlikleri olduğu söylenemez. Buna karşılık 1856 yangınından ne kadar zarar gördüğü tam bilinmese de çeşmenin kitabesi dâhil, siyah renkli mermerle dekorlanmış, sade yalağı ve akan suların taşındığı geometrik desende, derin oyulmuş su kanalı, 16. Yüzyıldan kalan kısımlardır. İç içe iki dikdörtgen çerçeve ile belirlenmiş ayna taşının ikinci çerçevesi siyah zemin üzerine rumi ve hatayilerin altın yaldızla renklendirildiği zarif bir bezemedir. Spiral şekilde kıvrılmış tek parça, köşeli boru şeklindeki küçük tunç musluk, bu çerçevenin ortasında yer alır. Burması olmadığından açılıp kapanması borunun kendi ekseni etrafında sağa sola hareketi ile olur. Bu musluk, 19. Yüzyılda örnekleri Topkapı Sarayı’nda Harem Dairesi ve Mecidiye Köşkü, Yıldız Sarayı Küçük Mabeyn Dairesi Hamamı’nda görülen, gümüş alaşımlı, yuvarla boru şeklindeki bir seri spiral musluğa çok benzer. Onlardan köşeli oluşu ve muhtemelen altın yaldızlı oluşuyla ayrılır. Bu durum, musluğun 1856 yılındaki yangından sonra takıldığını gösteriyor.
Saray binalarının cephelerini süsleyen çeşmelerden biri de Mukaddes Emanetler Dairesi’nin Bağdat ve Revan Köşklerine bakan Arzhane denen cephesindeki selsebil tarzındaki çeşmedir. Zeminden saçağa kadar uzanan çeşmenin çok görkemli ve etkileyici bir görünüşü vardır. Çeşme, çok süslü olan cephenin bir parçası olarak düşünülmüştür. İki bölümlü çeşmenin üst kısmında 9 sıra üzerine karşılıklı olarak düzenlenmiş 18 satırlık uzun bir kitabesi vardır. Kitabe, üstte; oval bir çerçeve içine alınmış tuğra ile başlar. Sultan II. Mahmud’un (1808-1839), adını ve H.1238/M.1828 tarihini veren kısmıyla son bulur. Kitabe yaprakları zeminden oyularak yükseltilmiş, konturları ve detayları altın yaldızla belirtilmiş, uzun yaprakların oluşturduğu bir barok çerçeve içine alınmıştır. Alt kısım çeşme için ayrılmış olup üç bölümlüdür. Musluk, iç içe altın yaldızlı, üç kalın çerçeve içine alınmış ayna taşının orta bölümünde, kabartma bir sütunun kaidesine yerleştirilmiştir. Tunçtan, geniş, yuvarlak ağızlı, gövdesi derin yivli kısa musluğun üzerinde suyun akışını sağlayacak burması yoktur. Suyun kontrolü, musluğun hizasında, yanda, duvar içindeki büyük vana ile sağlanır. Vaktiyle altın yaldızlı olduğu anlaşılan musluğu çepeçevre, mermer kabartma kıvrımların oluşturduğu, iki yana açılmış, konturları yaldızlanmış, bir tiyatro perdesi çevirir. Oval şekilli, gri taştan yapılmış teknesinin üzeri de kabartma şeklinde girlandlarla bezenip yaldızlanmıştır ki bu bezeme kitabenin gösterdiği 1828 tarihine uygun düşmektedir. Musluk da bu dönemdendir. Cephedeki bütün pencerelerin demir şebekeleri altın yaldızlı, duvarların alt kısmı koyu kırmızı (porfir), yeşil renkli (breş) taşlarla bezenmiş, çeşmeden havuza ulaşan uzun su kanalı ve çevresi küçük renkli taşlarla mozaik tekniğinde dekore edilmiştir. Bu arada cephenin üst kısmında yer alan çini panolar, duvarın ne kadar özenle ve zengin olarak bezendiğini gösterir.
Arz Odasının arkasında, cephesi mermerle kaplı 1719 tarihinde inşa edilen III. Ahmed (1703 – 1730) Kütüphanesi’nin çift taraflı merdivenle çıkılan ön cephesinde güzel, görkemli bir çeşme yer alır. Bugünkü çeşmenin aynası, içleri nişli üç bölüm halindedir. İki yanda bir vazodan çıkan çiçeklerin oluşturduğu, altın yaldızın bolca kullanıldığı bezemelere sahiptir. Çeşmenin birbirinin eşi, ajurlu tepeliği olan ve üç dilimli yaprakla nihayetlenen, ağzı derin yivli üç musluğu vardır. Cumhuriyet döneminde yapılan bugünkü muslukların, döneminde yapılmış bir minyatürde; yürek şeklinde tasvir edilmiş orijinal musluğun burmasından farklı olduğu gözlenir. Esasen çeşmenin bütünü de yapıldığı dönemde tek musluklu olup bugünkü görünüşünden çok farklıdır.
Sarayın Harem Dairesindeki muslukları da çok görkemlidir. Burada zenginliğin yanı sıra konforun da ön plana çıktığı, çift musluklu çeşmeler ve bunların bol altın yaldızlı, gümüş ve gümüş alaşımlı muslukları dikkati çeker. Hünkâr ve Valide Sultan Hamamları ile Darü’s-Saade Ağası Dairesinin altın yaldızlı, sıcak ve soğuk suyun akışını kontrol eden seri haldeki hamam muslukları, tuvaletlerde bile kullanılan çift musluklar bu konfora işaret eder.
Hamam musluklarına geçmeden önce Harem’de özellikle Gözdeler Dairesi önündeki muslukla, I. Abdülhamid Dairesi girişinde yer alan iki musluktan, dönemlerine ait orijinal musluklar olmaları ve güzellikleri sebebiyle söz edeceğiz. Bir eşi Türk ve İslam Eserleri Müzesinde bulunan ve 1921 yılında satın alındığı öğrenilen musluklar, iri gövdeleri ve yürek şeklinde, üç boyutlu, ajurlu, kabartma çiçek süslü tepelikleriyle özel bir üretim olduklarını gösterir.
3 kilogramı geçen ağırlıkları, 34 santimetre yükseklikleri ve her birinin özel desenlendirilmesi ile saray için yapıldıklarından şüphe bırakmazlar. Ağzın etrafı dilimli, gövde bezemesi, burması ve burma mekanizmasının sivrilerek sonlandığı küresel parça, kendi içinde ayrı ayrı desenlendirilmiştir. Musluklar, dökümden sonra ayrıca elde kazıma, derin oyma ve kabartma yöntemi ile Rokoko süslemenin özelliğinde çiçek ve yapraklarla süslenmiştir. Gövde bezemesi kazıma tekniği ile yapılmış olan I. Abdülhamid Dairesi girişindeki musluğun tepeliği değişmiştir. Gözdeler Dairesi önündeki muslukta kazıma ve derin oyma teknikleri bir arada kullanılırken, Türk ve İslam Eserleri Müzesindeki bezemesinde rölyef halinde geometrik desenlendirme yapıldığı görülür. Bu muslukların tarihlendirilmesi, Harem’in I. Selim (Yavuz, 1512-1520) dönemine ait hamamlı kule köşkün 18. Yüzyılda kısmen yıkılıp değiştirilerek Selamlık ve Mabeyn alanının kadınlara açılması, yani Gözdeler Dairesinin inşasıyla ilgilidir. I. Abdülhamid (1774-1789) döneminde Altın Yol revağı değiştirilerek üst kata sekiz oda ve altı kadınefendi için İkballer Dairesi yapılmıştır ki yukarıda sözü edilen muslukların da bu inşaat sırasında buraya konulduğu anlaşılmaktadır.
Gümüş gibi değerli madenden yapılmış bir çift musluk da bu çalışmanın ilk yayınlandığı yıllarda Valide Sultan yemek holünde ve girişinde bulunuyordu. Sadece tepeliği gümüş olup stilize edilmiş, yelpaze şeklinde açılmış, karanfil formundaki musluklar, yerinden alınarak depoya kaldırılmıştır. İnce belli ve yuvarlak kaideyle gövdeye oturan burma; aşağıdan yukarıya doğru derin bir dizi küçük gümüş toplarla son bulur. Musluğun aynası da yuvarlak olup aynı şekilde merkezden kenarlara doğru genişleyen kabartmalarla bezenmiştir.
TOPKAPI SARAYINDAN
1 - Görsel Bilgisi : I. Abdülhamid dönemine ait musluk. Gövdesi rölyef tekniğinde bezenmiş; Türk ve İslam Eserleri Müzesi Env. No. 332.
2 - Görsel Bilgisi : Çift burmalı, tek ağızlı büyük musluk. 19. Yüzyıla aittir.
Türk ve İslam Eserleri Müzesi, İstanbul
Seri muslukların bir grubu da içinde bolca gümüş karışımı olan, madenden dökme, spiral şeklinde kıvrılmış boru musluklardır.
Arz Odası cephesindeki çeşme musluğuna benzerliği dolayısıyla yukarda bahsi geçen bu grup, seri musluklar içinde en kalabalık olanıdır. Üçü Hünkar sofasında, biri I. Abdülhamid yatak odasında, ikisi III. Osman taşlığında olmak üzere sadece Harem’de sayıları altıyı bulmaktadır. Bunlardan Mecidiye Köşkünde ve Yıldız Sarayı Küçük Mabeynde bulunanlar da hesaba katılırsa, sayılarının arttığı görülür ki bu dönemde sarayda ne kadar moda olduğu böylece görülür.
Bu grup muslukları tarihlemede belki de Yıldız Sarayı Küçük Mabeyn binasının dönemin modası Art Nouea tarzında inşası ve bezemesi yardımcı olacaktır. 19. Yüzyıl ortalarına doğru Avrupa’da moda olan bu akımın motifsel özelliği zarif bir şekilde kıvrılan, bükülen çizgilerdir. Bu çizgiler, eşyaların formalarında da izlenir. Bu tarzın İstanbul’da tesisi İtalyan mimar R.D’Aronco ile olmuştur. Türkiye’de 1893-1909 yılları arasında on altı yıl kalan mimar, Küçük Mabeyn’i de yapan ustadır. S.Türkoğlu, bu konudaki makalesinde metal üzerine Art Nouvea uygulamasının önemli bir aşama olduğunu, bunun en güzel örneklerinin 1853 yılından beri üretim yapan ve fabrikasyon olarak çok güzel kullanım objeleri üreten Alman, Würtenbergische Metall Warren Fabrik olduğunu bildirir. Üretim damgasının ‘W.M.F’ harfleriyle belirtildiği bu fabrikanın, döneminde Avrupa’da çok ünlü olduğu anlaşılıyor. İtalyan mimarın Küçük Mabeyn’i yaparken muslukları bu fabrikaya sipariş etmesi çok doğaldır. Avrupa işi gibi görünen bu muslukların Topkapı Sarayındakiler üzerinde herhangi bir harfe rastlanmamış olmasına karşın, Yıldız Sarayındakilerin de bu gözle incelenmesinde yarar vardır.
Harem’in, Hüknar, Valide Sultan hamamları ile Darü’s- Saade Ağası Dairesi hamamının altın yaldızlı, çift kollu seri muslukları hem gösterişi hem işlevi bakımından önemle vurgulanmalıdır.
Hamamlarda soğuk ve sıcak su, ya iki kol birleşerek tek ağızdan veya iki kol birleşerek iki ayrı ağızdan akıtılır, veyahut sıcak ve soğuk suyu ayrı ayrı akıtan yan yana iki ayrı musluk kullanılır. Odalarda pencere içlerindeki çeşmelerle, tuvaletlerde daha ziyade sıcak ve soğuk suyu akıtan ayrı iki musluğun tercih edildiği görülür. Hünkar Hamamında birbirinin eşi, hem çiftli hem tekli musluklar kullanılmıştır. Genellikle musluğu duvara tesbite yarayan musluk aynaları bezemesiz olurken, burada süslü ve özenlidir.
Sıcak ve soğuk suyu getiren borular ortada birleşerek tek bir ağızdan akar ki; iki borunun birleştiği yer, taç şeklinde bir tepelikle son bulur. Muslukların yuvarlak gövdelerinin etrafı, ajurlu küçük sütuncuklarla çevrilidir. Musluk aynası, muslukların kapladığı alana göre kavislerle şekillenmiş, kabartma tezyinatlıdır. Üst kısmı Rokoko tarzı uzun, yuvarlak, kıvrımlı, üç parçalı yapraklarla son bulur.
Hünkar Hamamının tekli musluğu da aynıdır. Sadece su tek ağızdan gelir ve gövdesi daha iridir. Hünkar Hamamının tuvaletinde de sıcak ve soğuk su muslukları ayrı ayrıdır. Aralıklı olarak yan yana konulmuş muslukların biri büyük, diğeri küçük olup ikisi de altın yaldızlıdır.
Hünkar Hamamındaki musluklar da mekanın diğer bezemesiyle birlikte değerlendirilmelidir. Büyük küvetin üstündeki balık pulu şeklinde kabartmalı selsebil, bütün detayların yaldızlandığı mermer çerçeveler, yaldızlamış demir şebeke bir ihtişamın göstergesidir.
Musluklar da bu zenginliğin birer parçasıdır.
Valide Sultan Hamamında da birbirinin eşi üç musluk bulunur. Esasta Hünkar Hamamındakilere benzerler. Fakat daha sadedirler. Sıcak ve soğuk suyu kontrol eden iki burma, açılmış yelpazeye benzeyen karanfil tepelikleriyle Valide Sultan giriş holündeki gümüş musluklara benzerler. Ortadaki boru oldukça yükseltilmiş, derin yivli gövdesi ve geniş ağzı ile dikkati çeker.
Altın yaldızlı musluklardan bir diğer grup Darü’s-Saade Dairesi hamamının halvetinde bulunur. Ajurlu tepelikleri taç şekilleriyle son bulan burmaların gövdelerinin etrafı, ajurlu, küçük sütuncuklarla çevrilidir. Su iki borunun birleştiği tek ve yivli bir ağızdan akar. Bu boruların burmalarla bğlantısı, ahenkli kavislerle sağlanmıştır.
Harem’deki Hünkar ve Valide Sultan hamamlarının 16. Yüzyılda Mimar Sinan tarafından çifte hamam olarak inşa edildiği bilinmektedir.
Klasik döneme ait orijinal muslukların nasıl olduğu hakkında bugün bir şey söylemek mümkün değildir. Önce Harem’de 1665 yılında çıkan yangında buranın ne kadar zarar gördüğü bilinmiyor. Hamamların bugünkü görüntüsü ise 18. Yüzyılda Batı etkisinde yapılan Barok süslemelerin bir yansımasıdır.
Musluklar da aynı zevkin tamamlayıcısıdır.
Darü’s-Saade Dairesi hamamının muslukları da bunlara çok benzediğinden, Hünkar ve Valide Sultan hamamları yenilenirken buranın da elden geçtiği ve musluklarının takıldığı tahmin edilir.
Sıcak su, sarayın sadece Harem dairesinde değil, hizmetlilerin koğuşlarında, odalarda ve tuvaletlerde bile kullanılmıştır.
Bugün sarayda bulunan sıcak suyollarının mevcudiyetine işaret eden onarım kitabeleri vardır. İkisi tarihli olmak üzere üç mermer kitabenin tamirat sırasında yerlerinden alındığı anlaşılır.
Bu kitabelerden ikisinde Seferli Koğuşuna sıcak su getirildiği kaydedilmiştir. Talik hatla yazılmış kitabe H. 1132 / M. 1719 tarihlidir.
Sıcak suyolunun yenilenmesi hakkında olan ikinci kitabe, H. 1174 /M. 1760 tarihli olup Sultan III. Mustafa (1757-1774) zamanına aittir. Yaptıranın adıyla Numan Ağa Çeşmesi olarak geçen bu çeşmenin nereye ait olduğu belli değildir.
Has Kiler Kethüdası Çeşmesi adıyla Kiler-i Hassa Kethüdası Abdurrahman tarafından yaptırılmış olduğu belirtilen sıcak suyolunun onarımıyla ilgili üçüncü kitabe talihsiz olduğu gibi yeri de belli değildir.
Sonuç olarak erken Osmanlı musluklarının Selçuklu ve Bizans örnekleri gibi yılan, kuş vb hayvan başlı musluklar olduğu, giderek bunlara çiçek formlarının eklenerek zengin çeşitlerin ortaya çıktığı görülmüştür. Musluklar, taşınabilir ve kolay yer değiştirebilen parçalar olduğundan, tarihlenmesinde zorluk çekilen eserlerdir.
Ancak Harem’de binaların tarihi geçmişleri, onarımları, dönemin sanat zevki göz önünde bulundurularak daha doğru tahminler yapmak mümkün olmuştur. Gene de mevcut en erken örnekler 18. Yüzyıldan geriye gitmezler.
Saray musluklarının tunç üzerine altın yaldızlı, gümüş, bol gümüş alaşımlı olmak üzere oldukça değerli madenlerden yapıldığı görülmüştür.
İşçilikleri çok özenlidir.
Döküm olarak yapılan muslukların çoğunun dökümden sonra kazıma ile elde yeniden desenlendirildiği anlaşılmaktadır.
Süsleme teknikleri içinde, kazımadan başka ajur ve matkapla delme, kabartma tekniklerinin de uygulandığı görülür.
Kısaca sarayda zenginlik ve konforun son aşamasının musluklarda son bulduğu söylenebilir.
3 - Görsel Bilgisi : Topkapı Sarayı'nda I. Abdülhamid (1774-1789) tarafından yaptırılan Gözdeler Dairesi önündeki tepeliği Rokoko tarzında bezemeli, gövdesi kazıma tekniği ile desenlendirilmiştir. Orjinal TOMBAK musluk.