TARİH 1 - 1932 -Mf. V. - TTT
VI - HİNT
A. MEMLEKET ve AHALİ
MEMLEKET
Hindistan Asyanın cenubunda Hint Denizine uzanan büyük bir yarımadadır ( Harita 6). Burası, başlıbaşına bir kıt’a addolunacak kadar Asyanın diğer kısımlarından ayrılmıştır. En cenubi ucunda Seylan adası vardır. Şimal nihayeti Pamir civarlarına kadar uzanır. Büyüklüğü, Türkiyenin yedi misli kadardır.
Şimalde, yüksek Himalaya silsilesi Hindistanı Tİbetten ayırır; cenup sahilleri, Hint Denizile çevrilmiştir. Bu geniş kıt’anın dahilinde biribirinin zıddı iki mıntıka vardır. Birisi şimalde Ganj ve Sini (İndüs) ırmaklarının vücuda getirdiği geniş vadileri ihtiva eden asıl Hindistandır. Buraya Şimali Hindistan dahi denir. Ganj vadisi, dini, siyasi ve iktisadi hadiseler sebebile Hindin en ehemmiyetli mıntıkasıdır. Burası nüfus itibarile de bütün memleketin en kalabalık yeridir. Sint ırmağının yukarı kısmile bu ırmağa akan diğer dört çayın suladığı geniş sahaya Pencap yani Beşsu mıntıkası derler.
Diğer kısım ise asıl yarımada olan cenuptaki kayalık Dekkan yaylasıdır. Bu kısmın Umman Denizi cihetindeki garp sahili gayet diktir; şark sahili ise oldukça düzdür. Üç büyük ırmak bu yaylayı garptan şarka doğru kat’eder: Godavari, Krışna ve Kaveri.
Bu iki mıntıkanın arasında merkezi Hindistan yaylası vardır. Bu yaylada Narmada, Tapta ırmakları şarktan garba doğru akar. Vindhiya ve Çota – Nagapur dağları Şimali Hindistan ile Dekkanı biribirinden ayırır.
Hint kıt’asına karadan vukubulan istilalar için başlıca iki yol grubu vardır. Birincisi Kabil mıntıkasından veya onun civarından geçen yollar grupudur; İkincisi bundan 500 kilometre kadar garpta bulunan ve Herat – Kandahar mıntıkasından geçerek Sint vadisine inen yollar grupudur. Bundan 4.000 sene eveline kadar kinci grup nispeten az dağlık yerlerden geçtiği için daha kolaylıklı idi. Fakat Ortaasyanın ve bazı civar kısımların tedrici kuraklaşması yüzünden 2 – 3 bin senedenberi bu ikinci grup yollarda susu büyük çöller husule gelmiştir ve dolayısile birinci grup yollar daha kolay addedilmeğe başlamıştır.
İKLİM
İklim, sıcak mıntıka iklimidir. Yaz, bilhassa Ganj vadisinde pek sıcaktır. Kış, şimalde ve tepelerde soğuktur. Memleketin hayatı altı ay bir taraftan, altı ay diğer taraftan esen rüzgarların tesiri altındadır. Garbıcenubi rüzgarı, denizin kızgın sathını geçerken ağır su buharlarını yüklenerek bütün Hindistan üzerine sel halinde boşanır. Bu şiddetli yağışlar, yerlatındaki su hazinelerini ve Himalaya tepelerindeki cümudiyeleri besler ve nehirleri şişirir.
Hindistana bol güneş ve bol suyun tesirile hayat adeta yerden fışkırır. Sık ormanlarda otların ve sarmaşıkların arasında kaplan, yılan, fil, ayı, gergedan, her türlü yırtıcı ve zehirli hayvanlar ve renk renk güzel kuşlar dolaşır.
Rüzgarlar ve yağmurlar şiddetli gök gürültüleri ve yıldırımla başlar ve öylece biter. İklimin sıcaklığı insanları gevşetir. Şiddetli yağmurlar, şimşekler ve gökgürülerile de insan maneviyatı üzerine tesirden hali kalmaz. Hintlilerin gevşek ve uyuşuk olmalarında iklim ve tabiatın tesiri pek çoktur.
AHALİ
Hindistanda ahali her yerden ziyade karışıktır. Pencap ve onun cenubunda Raçputana da beyaz ırkın bütün evsafını haiz insanlar yaşar. Merkez yaylası ormanlarında ve cenupta Kaveri ırmağı membalarında, Nil – Giri ormanlarında koyu esmer ve siyah insanlar vardır. Bununla beraber zencilerde olduğu gibi dudakları kalın ve saçları kıvırcık değildir. Bu siyah ahalinin vaktile bütün Hindistanı kapladığı zannolunmaktadır.
Bunlara Munda denir. Mundalar iptidai hallerini muhafaza etmektedirler. Şimendifer, elektrik, telefon onlara hiçbir tesir yapmamıştır. Bugün mevcutları 5 milyon kadar kalmıştır. Himalayanın yüksek vadilerinde ve Ganj deltası şarkında ise çekik gözlü sarı ırk sakindir. Bu sebeple Hindistanda her renkte ve her şekilde insana rasgelinr.
Görülüyor ki Hindistan, ırki bir isim olmaktan ziyade coğrafi bir mefhum ifade eden bir tabirdir.
B. TARİH
1. TARİHTENEVELKİ ZAMANLAR
Hindisatanın mazbut ve müşterek tarihi yoktur. Hindistanda coğrafi bir merkez, an’ane ile vücuda gelmiş bir payitaht dahi olmamıştır. Bu kıt’ada hiçbir vakit hakiki birlik te görülmemiştir.
Hindistanda en eski zamanlarda yaşamış insanlar arasında Mundalar zikredilmektedir, fakat bunlara ait kayde değer bir medeniyet eseri görülmemiştir.
Milattan 3.000 sene evelerline doğru Hindistanın şimalinde Sint ve Pencapta pek parlak bir medeniyete tesadüf olunur. Bunu yapanlar Ortaasyadan gelmiş brakisefallerdir ve ayni devirlerde diğer kıt’alara gidip büyük devletler kuranlar gibi bunların da Türk olduklarına hükmolunabilir. Medeniyetleri Sumer medeniyetine pek çok benzeyiş boktaları arzeder; Heykellerinde görülen insanlar Sumerdekilere benzer. İlahları, tartıları aynidir. Bu medeniyete ait olan harabeler meyanında Mohencodaro ve Harappa hafriyat yapılmıştır. Bu şehirler ve bilhassa birincisi 2 – 3 katlı 25.000 kadar pişmiş tuğladan yapılmış evleri, dümdüz ve biribirini kaim zaviye ile kesen sokakları, her sokaktaki lağımları ve birçok diğer eser, alet ve heykellerile insanı hayretler içinde bırakmaktadır.
Bu medeniyetin tarihi, keşfiyatın yeniliği henüz yazılmamıştır.
Hintte bu insanlarla münasebeti henüz tespit edilmemiş ve menşeleri hakkında birçok münakaşalar yapılmış olan diğer bir kavim de Dravitlerdir.
2. TARİH DEVRİ
M.E. 1500 TARİHİNDEN SORA
Hindistan, M.E: 1500 tarihlerinde şimalden, Pencap üzerinden yeni bir istilaya uğradı. Ortaasyadan gelen bu istilacılara Avrupa alimleri Hint Arileri derlerse de bunlar hakikatte yurtlarından ayrılmış Türk kabileleridir.
Yeni gelenler, Munda ve Dravitlerle yüzlerce sene süren mücadelelerde bulunarak İndülüs ve Ganj vadilerinde yerleşmeğe çalıştılar. Bu istilacılar, diğer ahaliye nazaran adet itibarile pek az idiler. Temessül tehlikesine karşı mevcudiyetlerini muhafaza için tedricen kast sistemini kabul ettiler. Kast (zümre), ırka ve irsi mesleğe göre husule gelmiş içtimai bir teşekküldür. Kastların teşekkülü, yeni gelenlerin kendi aralarında dahi ayrılığa sebep oldu. Bunlar eski Hint kanunlarına göre dört sınıfa ayrılırlar: Brahmanlar, yani papazlar; askerler ve asiller Kşatriya; san’atkarlar, köylüler, tacirler Vesya veya işçiler Sudra. Bir de bunlar haricinde pis sayılan işlerle uğraşanlar vardır. Bunlara Parya yani kast harici derler.
Brahmanlar, kendi manevi faikıyetlerini temin için kastlığı, bilhassa Brahmanlığı kimsenin dahil olamıuyacağı kapalı bir haline koydular. Brahmanlar ruhların tenasühü akidesini vazettiler. Yani ölenin ruhunun amellerine göre diğer herhangi bir mahlukta tecelli edeceğini kabul ettirdiler. Bu itikat, bir nevi dini idare tesis etmek demekti ve bu, şüphesiz Brahmanların menfaatine idi.
VEDALAR
Bu dini idare başladıktan sora birtakım dini mukaddes kitaplar ortaya çıktı.bu kitaplara Vedalar adı verildi. Hintliler, bu kitapların Allah sözü olduğuna inanıyorlardı. Hindistan tarihine ait mevcut ilk eserler, Vedalardır. Vedalar nesilden nesle ağızdan naklolunmuş ve ancak M.E. VI. asırdan sora yazılabilmiştir.
Vedaların verdiği müphem malumata göre Hinde gelen Türkler evvela mıntıka birlikleri ve daha sora devletler yapmışlardır. Hindistan tarihi bu suretle M.E. VI. asra kada sisler içinde geçer. Bundan soraki zamana ait malumat ise Buda ve caina dinlerinin zuhuru ile bir dereceye kadar bellidir. Bu dinler M.E. VI. asrın ortalaırna doğru doğmuştur. Buda, Saka Türklerindendir (1).
Bu devirde Hindistanın muhtelif mıntıkalarında birçok müstakil kabileler ve kırallıklar vardır.
Bu devirden İskender istilasına kadar geçen zaman zarfında da (M.E. 600 – 327) birtakım Türk kabileleri daha şimaligarbi cihetlerinden Hindistana gelmiştir.
(1) Buda kelimesi, esası Türkçe olan “Put”un bir şeklidir. Attilanın kardeşi de “Buda” veya “Bleda” adını taşıyordu. Macaristanın eski merkezi “Budin” kalesi, adını bundan almıştır.
PERS VE İSKENDER İSTİLASI
Daryüs, Hindikuşu geçerek İndüs mıntıkasını işgal etti (M.E: 517 – 509). Bu hareket memleket dahilinde bir mukavemet hissi uyandırdı. Ganj vadisindeki küçük devletlerin en kuvvetlisi olan Magadha Devleti biribiri ardınca bütün küçük hükümetleri ele geçirdi. Büyük bir devlet teşkil etti.
Makedonyalı Büyük İskender (M.E. 35 – 323), İrandan sora Hindistanı da hükmü altına almak istedi; İndüs ırmağını geçerek Pencabın şarkına kadar vardı (M.E. 326). Fakat askerlerinin isyanı ve Sakaların mukavemeti üzerine ricat mecburiyetinde kaldı; İndüs boyunca deniz kenarına kadar indikten sora garba ödndü (M.E. 325).
MORYA İMPARATORLUĞU ve ASOKA
İskender istilasının husule getirdiği aksülamel Magadha Devletinin Morya sülalesine geçmesini mucip oldu (M.E. 321). Morya sülalesinin ilk hükümdarı Çandargupta, İskenderin halefleri arasında zuhura gelen nifaklardan istifade ederek istilacıları pencaptan çıkardı ve Ganj ağızlarından Kabile kadar hemen bütün Şimali Hindistana hakim oldu. Bu suretle İskenderin istilasına karşı koymak neticesinde, tarihçe ilk Hint İmparatorluğu olarak malum Morya İmparatorluğu (M.E. 321 * 185 ) kuruldu. Bu sülaleden Asoka, hükmünü ve arazisini cenupta Seylan adasına kadar tevsi etti. Asoka (M.E. 274 – 236 ), buda dinini kabul ederek rahipler heyetine girdi. Asokadan sora bu kuvvetli devlet parçalandı. Ganj vadisinden başka Hindistanın diğer mıntıkalarında da küçük küçük hükümetler türedi. Bunlardan Hint tarihinde bir iz bırakanlar Magadha mıntıkasındaki Gupta Devleti (M.S. 318 – 535 ) ile Tanesvar ve havalisinde teessüs eden Harşa Devletidir (M.S. 605 – 740).
GREK İSTİLASI
Bu sıralarda Hindistan üzerine bir grek tazyiki oldu. İskenderin ölümünden sora Baktriyanda hükümet kuran (M.E. 250) grek prensleri Hindistanda fütuhat aradılar. Morya İmparatorluğunun ihtilali bu istilayı kolaylaştırdı. Bu maceracılar Kabili (1) (M.E. 206), Pencabı işgal ettiler (M.E. 170) ve Ganj vadisine kadar ilerlediler ( M.E. 155) mukaddes bir şehir olan Udh u muhasara ettiler. Fakat bu, Grekler Hindistanda eriyip gittiler. Grek prenslerinin iki asır kadar Baktriyan, Afganistan ve Pencap havalisinde hakim oldukları anlaşılıyor (M.E. 250 – 58).
Bu grek hakimiyetine nihayet veren Saka Türkleri olmuştur. Brahmanlık, kast teşkilatı dolayısile ecnebilere kapalı olduğundan Grekler milli ve içtimai batıl itikatlara bigane ve umumi bir din Budistliğe girmişlerdi. Greklerle Budistlerin imtizacı o zamanın paralarında ve heykellerinde görünür.
(1) Kabil nispeten yeni bir şehirdir. Bu devirde şimdiki Kabilin civarında Kapisa veya Kapisi isminde bir şehir vardı. Kabil vadisinin Hindistan geçidi olmasından “Kapisa” isminin kapı ile alakası ihtimali pek mümkündür. Hindistanı istila eden ilk Türkler bu geçit şehrine bu ismi vermiş olmalıdırlar.
SAKALAR İSTİLASI, HİNT – İSKİT İMPARATORLUĞU
Hun İmparatoru Metenin icbarı üzerine Çinin şimal vilayetinde oturan Yueçi Türkleri yüz bin kişiden fazla tahmin olunan bir kütle halinde garba doğru hicret ettiler ( M. E 170). Fergana ile Öküz ırmağı havalisine geldiler; Greklerin Soğt kıt’asındaki hakimiyetlerine nihayet verdiler (M.E. 163). Bu havalide eskidenberi Sakalar bulunuyordu. Sakalar, Yueçilerin tazyikile kısmen daha cenuba hicrete mecbur oldular. Sakalar, Baktriyandan Grekleri kovmuşlar ise de arkalarından yetişen Yueçiler, Sakaları buradan da çıkardılar (M.E. 125).
Yueçiler, zaptettikleri bu yerlerde kaldılar. Bu havaliye bundan sora Toharistan (Tohareli) denildi. Tekrar daha cenuba inmeye mecbur olan Sakalar, evvela Kandehar havalisinde yerleştiler. Burası Sakaeli (Sakastan – Sicistan) oldu. Sakalar buradan Ğencaptaki grek prensliklerine taarruz ettiler (M.E. 75 – 58), Raçputanayı ve Gücaratı zatettiler. Bu suretle, milattan evel I. asırda Afganistan, Pencap, Raçputana ve Gücaratı ihtiva eden büyük bir İskit Türk veya Saka İmparatorluğu kurulmuştu. Sakalar milattan sora V. asra kadar Sakastanda, Sİnt havalisi ile Gücaratta kaldılar ve buralara hakim oldular.
YUEÇİ TÜRKLERİNİN İSTİLASI VE KUŞHANLAR İMPARATORLUĞU
Toharistanda (Baktriyan) yerleşen Yueçilerin başına geçen Kuşhan sülalesi bir imparatorluk kurdu; bütün Yueçi kabilelerini birleştirdi; Gandara ve Pencabı Sakalardan aldı ( M.S. 50). Kuşhan sülalesinden Kanişka zamanında bütün Ganj vadisi zaptedildi (M.S 100).
Kuşhanlar İmparatorluğu, Hindistana hakim olduktan sora da Türklük hususiyetlerini muhafaza etti fakat Grek ve İran din ve ayinlerinin devamına da müsaade olunuyordu.
Yueçilerin kıralları kendilerine kıralar kıralı ve semanın oğlu derlerdi. Bir müddet, imparatorlukları Merkezi Asyada Kaşgar, Yarkent ve bir kısım İranla Hindistana şamil idi. Bu imparatorluk garpta Roma ve Uzak Şarkta Çin İmparatorluklarına muadil bir derecede idi. Kanişka, Budistliği himaye etti. Buda dini bu imparatorun ismini ebedileştirdi. Buda misyonerleri Pamir yaylasını geçerek, Çin Türkeline ve Çibe girdiler. Bu andan itibaren on asır müddet, bütün hadiselere rağmen, Hint ve Çin budizmin gölgesi altında biribirile daimi münasebette kalmışlardır. Kanişka ismi beşer tarihinin en mühim devirlerinden birinin başındadır. Hanlar idaresinde bulunan Çine, ve Kuşhanlar idaresinde olan Hanlar arasında, Pamir ve Türkellerinden geçmek üzere muntazam ticaret yolları açılmıştır.
Hunların Batriyanı istilası neticesinde (425) Kuşhanlar Gandaranın şarkındaki dağlık mıntıkaya atıldılar. Hunların VI. asır ortalarında mağlubiyetinden sora Kuşhanlar tekrar meydana çıkara IX. asra kadar yalnız Gandara mıntıkasının bir kısmını muhafaza ettiler.
Kuşhan İmparatorluğunun inkırazından sora, Hindistanın her mıntıkasında yerli veya Türk ırkından reisler idaresinde birçok mahalli kırallıklar teşekkül etti. Bunlar bir nevi derebeyliklerdi. Bu vaziyet Hindistanın Müslüman Türkler tarafından fethine kadar devam etmiştir (1019 – 1200).
HİNDİSTANIN DENİZDEN UZAKLARLA MÜNASEBETE GİRMESİ, İKTİSADİ VE SİYASİ İNKİŞAF
Hindistanla Mezopotamya arasında en eski zamanlardanberi sahilden münasebet vardı. İskenderin donanması da İndüs ağzından Dicle mansabına gitmişti. Mısır ile Hindistan arasında da Kızıl Deniz ve İran Körfezi yolu ile deniz münasebeti vardı. Fakat milattan sora, Hint Denizindeki daimi rüzgar istikametleri de belli olduğundan gemicilik daha kolaylaştı. Bu suretle deniz ticareti Hindistan sahillerinden daha şarka Çin Hindine, Sumatra, Cava, Borneo adalarına kadar uzandı. Bu münasebetle Hint medeniyeti ve Hint san’ati de yayıldı.
Roma İmparatorluğu zamanında Hindistan, garba milyonlarca ihracat yapıyordu. Bu iktisadi tahavvüller, siyasi inkılabatı da mucip oldu. O zamana kadar Şimali Hindistanın bir mülhakı gibi kalmış olan Cenubi Hindistan büyük bir ehemmiyet kazandı.
Deniz ticareti ile zenginleşen sahil kırallıkları memleketin dahilini gölgede bıraktılar. Ganj vadisi her tarafa hayat dağından büyük damar olmak rolünü kaybetti. Sakalar tarafından idare edilen Gücarat, Sanskrit edebiyatının ve payitahtları olan Ujayini de brahman aleminin merkezi oldu.
Hindistanın cenup ucunda eskidenberi bir Pandiya Devleti vardı. Bu devlet garpla baharat ticaretinden çok zengin olmuştu. Hatta Pandiyada Roma İmpartoru Ogüst namına bir heykel bile yapılmıştı. Pandiya Devleti İmparator Ogüste milattan 20 sene evel bir de sefaret heyeti göndermişti.
C. HİNTTE MEDENİYET
1. DİNLER
Hindistan muhtelif dinlerin vücut bulmasına müsait bir kıt’adır. Burada sema aylarca berraktır. Fakat bazen ufuk birdenbire simsiyah bulutlarla kaplanır; şimşekler ve gökgürültüleri ile şiddetli yağmurlar yağar. Hararet insanı atalete sevkedecek kadar fazladır. İklim de fazla yemek yedirmez. Bütün bu sebepler Hintlilerde esrarengiz şeylere inanmaya müsait bir haleti ruhiye yaratmıştır.
VEDA DİNİ VE BRAHMANLIK
Brahman denilen rahiplerin kazanmış oldukları ehemmiyet, Hint dininin esas itibarile ayinlere müstenit olmasından ileri gelmiştir. Vedalar dini birtakım akideleri ihtiva etmekten ziyade kurban merasimi esnasında okunan bir dua ve dini merasim mecmuasıdır. Vedaların bahşettiği Allahlar Devalardır. Deva gökte duran ve parlak olan demektir. Yani, vedaların mabudu Gök Tanırısı idi. Allahlara yapılan ibadet, ateş yakmak, kurban kesmek ve kurbandan evel içki içmekti.
Zamanla Brahmanların dini kudreti Allahla birleşti. Bu suretle Brahmanlık çıktı. Bundan soradır ki ruhun tenasühü akidesi de baş gösterdi.
Ayni zamanda ruhun esası ile kainatın yani uluhiyetin esası birdir denildi. Bu birliğe dahi Brahma ismi verildi.
Bu yeni fikrin tesirinde kalan birçok brahman rahipleri; dünya işlerini terk ettiler ve ormanlara çekildiler. Bunlar, ormanlarda tefekküre dalarak tenasühün fenalıklarından kurtulmağa çalışıyorlardı.
CAİNA DİNİ
Caina dini, M.E. VI. asırda ortaya çıktı. Çainizm her nevi üluhiyeti inkar eder. Bu dine göre kainat ebedidir ve hiçbir idare edenin yardımı olmaksızın kendi aksamının kuvvetile mevcuttur.
Ruh harici alemle tamas edince şerre ve fena tenasühe maruz kalır. Bu akidenin bariz vasıfları her şeyden mahrumiyet, insan ve hayvan hayatına riayet ve her nevi cebir ve şiddetten içtinaptır.
Salikleri ikiye ayrılır: Bir kısmı bir kat elbise sahibi olmayı günay saymaz. Diğer kısmı çıplak gezer.
BUDA DİNİ
Budaya küçük yaştanberi Sakaların akıllısı manasına Sakyamuni denirdi. 29 yaşında Gotama ismile münzevi bir hayat geçirmek ve tefekkürde bulunmak üzere Magadha havalisine çekildi, Budistlerin itikatınca 6 sene sora ilhama mazhar oldu. Bu andan itibaren kendisine Buda yani hakikate vasıl olmuş, mülhem dendi. Bu 80 yaşında ölmüştür.
Buda insanlığa nafi hususladan maadasile iştigal etmedi. Tabiatın haricinde ve fevkinde bir şey tanımadı. Dünyanın ve beşer ruhunun ebediyeti hakkında fikrini soranlara Buda şu cevabı vermiştir:
“Bu meseleleri bilmek sulh ve kutsiyet yolunda bir terakki teşkil etmez.”
Budanın esas telkini, basit, açık ve zamanımızdaki fikirlere tam bir ahenk dairesindedir. Buda, hayatı bayağılaştıran, acıklı ve korkunç bir hale getiren değersiz ve şahsi gayelerdir, bunları atmalıdır, diyor. Filhakika kendimizi kendimizden daha yüksek bir şeyin içinde terk etmek, bugünün de en büyük düsturudur. O büyük şey, Türk için Türk Milletidir. Budanın hayatının sonlarında ve daha soraları meydana birtakım adamlar çıktı; bunlar Budanın fikirlerini tahrif ederek, insanlara hayali bir ahret vaat ettiler. İnsanlar öldükten sora, ruhları, o ahrette yaşıyacaktı.
Budalığın esas akidesi, şöyle hulasa edilebilir:
Dünya esas itibarile fenadır. İnsanı, hayatın elemlerinden yalnız şefkat, insanlara, hayvanlara ve nebatlara karşı şefkat kurtarabilir. Yalnız, ferağat, ihtiras ve arzuların yenilmesi, hiddet ve gazaba iyilikle karşı koymak, yalancılığa hakikatle galebe çalmak, ölümün ebedi tekerrüründen ve ebedi yeniden doğuşlardan kurtarır, mekan ve zamansız hiçliğe, Nirvanaya isal eder.
Bugün Buda dini Hindistanda çok gerilemiş, diğer cihetten Tibet, Çin, Çin Hindistanı ve bilhassa Japonya ekseriyetle buda dinine girmiştir. Budalık Brahmanlıkla birlikte beşeriyetin hemen yarısını kaplıyan cihanşümul bir dindir ( Res. 41, 42)
HİNDU DİNİ
Budalık M.S. VII. asra kadar Hint medeniyeti ve san’ati üzerine pek müessir olmuştur. Fakat en parlak zamanlarında bile bütün Hindistana şamil olmamıştır. Brahmanlık akideleri de bu dinle beraber itibarda idi. VIII. asırdan itibaren Brahmanlık galebe çaldı ve Budalığı tamamile yuttu. Onsan sora bugüne kadar Hindistan, Brahman Allahlarından başka mabut tanımamıştır. Brahmanlık asırların tesirile milli Hint (Hindu) dini olmuştur. Hint dini, halkın bütün itikatlarını, ibadetlerini birleştiren bir dindir. Bu din Üç Allah (Brahma, Vişnu ve Siva) esasına müstenittir. Buna Hint Teslisi (Üçleme) derler (Res 43 – 47).
Brahma yaratıcı; Vişnu, koruyucu, muhafaza edici; Siva ise yıkıcı mabut olarak tavsif olunur.
Hindu dininin 330 milyon kadar mabudu varsa da hepsinin başında yukarda sayılan 3 mabut gelir.
2. CEMİYET VE AİLE
Bir Hint milleti yoktur. Hatta Hint milletleri de yoktur. Hint medeniyeti vasi Hint kıt’asında yaşayan insanları bir millet halinde birleştirmeğe kafi gelmemiştir.
Hint içtimai teşkilatının esası, kasttır. Kast bugün bile Hindin en bariz vasıflarından biridir. Hintliler arasında içtimai bir engel olan kast, Hint cemiyetine hususi bir çehre verir. Kast, aynı meslekten olan ve ayni adet ve an’anelere tabi blunan gruplar mecmuasıdır. Kast, Hindistanda site, milliyet, ırk ve di yerine kaim olduğundan hususi bir ehemmiyeti haizdir. Bugün, Hindistanın harice karşı zafını mucip olan başlıca amil Hintlilerin bu içtimai teşkilat dolayısile aralarında birleşmemeleridir. Herkes ecdadından tevarüs ettiği mesleği takip etmek mecburiyetindedir. Aşağı sayılan kastlarla münasebette bulunmak günahtır. Evlenmek ancak ayni kast mensupları arasında olur. Daha yüksek kast mensupları aşağı kast insanlarından, sair bir hastalıktan kaçar gibi sakınırlar (Res 48, 49).
Brahmanlar; askerler, çiftçi, köylü ve san’atkarlardan başkaları yani dördüncü kast mensupları (işçiler) ve paryalar adi sayılırdı. Bu taksimat haricinde bugün birçok kastlar daha peyda olmuştur.
En büyük hüküm ve nüfuz raca nın elindedir. Bir köy ağasına ve büyük bir mıntıkanın reisine raca denir. İmparator Asoka Raca sıfatile iktifa etmiştir. Daha soraları büyük kıral manasına olan mahraca ismi çıktı.
Ailede; evlenen çocuklar, baba evini terk etmezler, mal taksim edilmez: taaddüdü zevcata mesağ vardır. Bütün teşkülatın esası yalnız adettir; kanun ve nizam yoktur. Çok küçük yaşta, hatta çocuk iken evlenmek adet olmuştur.
Hindular ölülerini su kenarlarında, bilhassa mukaddes sayılan Ganj (res 50) kenarında yakarlar. Dul kalan kadınlar, kendilerini diri diri kocalarının cesedine bağlayarak yakarlardı. Bu fena adedi Gazneli Mahmut menetmiştir; fakat dul kadınların evlenmemesi adeti el’an caridir.
Hint cemiyetinden bahsederken Hindularla (Hindu dininden olanlarla) Müslümanlar arasındaki münafereti de zikretmek lazımdır. Hindularca Müslümanlar hayvan, bilhassa mukaddes inek eti (res 51) yiyen canavarlardır. Diğer cihetten, Müslümanların ekseriyetle eski faith Türklerin ahfadı olması bu Hindu husumetinin sebeplerinden sayılabilir. Müslümanlar da Hindulara, putlara tapan müşrik nazarile bakarlar.
Bugün Hintlilerin yüzde 73ü Hindu, 21i Müslüman, 6 sı Budist, hristiyan ve sih gibi din ve mezheplere mensuptur.
3. DİL, YAZI, EDEBİYAT, FEN VE FELSEFE
DİL ve YAZI
Bir Hint dili yoktur, Hindistanda konuşulan muhtelif diller vardır.
Eski zamanlarda Hindistanda en makbul dil Sanskritçe idi. Bu dil Allahların, Brahmanların, kralların ve okumuş adamların dili idi. Bu dil gramercilerin vücuda getirdiği bir dildir.
Brahmanlık, Budalık ve cania dini Sanskritçeyi mukaddes dil olarak kabul etmiştir. Fakat bazı Budalılar ve caina dini salikleri Sanskritçe ile karışık başka diller de kullanırlardı. (Praktik, pali, bhaşa. Bundan başka Dravitlerin (tamul, telugu dilleri) ve eski yerlilerin kullandığı diller (munda, kolari) de vardır.
Yeni Hint dilleri pek çoktur. Hemen her mıntıka başka bir dil konuşur: gücerati, bengali, bihari, sindi, pencabi, hindi… Bunların en ziyade taammüm etmiş olanı “Hindi” dir. Müslümanların diline ordu veyahut hindistani denir, pek çok Türkçe, acemce ve Arapça kelimelerle karışıktır. Arap harflerile yazılır. Hinduların konuştuğu “hindi” dilinde ise Sanskritçe kelimeler çoktur ve başka harflerle yazılır (devanagari). Hindistan yazısı da karışık ve muhteliftir. Arami yazısına pek yakın ve sağdan sola yazılan bir yazıları vardı; bu ortadan kalkmıştır. Umumi olan, soldan sağa yazılan yazıdır.
EDEBİYAT
Hint edebiyatı Vedalarla başlar. Veda namı altında muhtelif mevzuda pek çok eserler toplamıştır. Bunların en eski kısmı ilahilerden ve dualardan mürekkeptir. Vedalar, Hint düşüncesinin tükenmez bir kaynağıdır. On dokuzuncu ve yirminci asrın dini, içtimai ve siyasi ıslahatçıları bile bu mühim eserden ilham almaktadırlar.
Hintlilerin masal ve hayvan hikayeleri şeklinde zengin edebiyatları vardır, bu meyanda mabut ve kahraman destanları, -ve seki şarkın yegane milleti olarak- dram vücuda getirmişlerdir.
Hintlilerin bundan başka, dil, hukuk ilimleri, felsefe ve ilahiyat sahasında da zengin eserleri vardır.
Hindistan fen sahasının her şubesile uğraşmıştır. Bilhassa felsefe hususunda kendine mahsus fikirlerle maruftur. Felsefe mektepleri pek muhteliftir. Hayat meseleleri muvacehesinde fikri beşerin bütün telakki tarzlarına tesadüf olunur. Umumi olarak, doğrudan doğruya ifade ve tasvir Hint san’atkar ve bediiyatçısı için kaba ve adi bir şekildir. Tabiatın taklidi güzellik sayılmaz. Asalet, ancak mümkün olduğu kadar zengin ve rumuzdadır.
4. HİNT SAN’ATİ
İmparator Asoka, din propaganda maksadile yazılı abideler ve birçok Hint san’at eserleri yaptırdı. Ahaliye buda ahlakını telkin için memleketin her tarafında hayalar, veyahut sureti mahsusada sütunlar üzerine kitabeler yazdırdı. İnsan ve hayvanlar için hastaneler, bahçeler, kârvansaraylar yaptırdı.
Hindistanda Dravitlerden başlıyan mimarlık, heykeltıraşlık vardır. Fakat bu san’atlerde ekseriya kil, ağaç gibi dayanıksız malzeme kullanılırdı.
Asoka zamanında sütunlar ve heykeller taştan yapılmağa başlandı.
Hindistan, Sumer, Elam, Mısır, Eti ve İyon san’atlerinden de istifade etmiştir. Kuşhanlar zamanında, hariçten gelen fikirlerle yerli fikirlerin birleşmesinden, Hindistana mahsus güzel san’atler meydana çıkmıştır; bu bilhassa Kuşhanlar zamanında inkişaf etmiştir.
Hindistanda mimari, resim, edebiyat sahasında hakiki şaheser denecek eserleri Müslüman Türkler yapmıştır. Bu hususta sırası gelince ayrıca bahsolunucaktır. Şimdilik yalnız şunu söyliyelim ki Hindistanda Türkler, beşer faaliyetinin her sahasına şamil olmak üzere kendine mahsus bir medeniyet vücuda getirmişlerdir.