TARİH 1 - 1932 -Mf. V. - TTT
VII - KALDE, ELAM ve ASUR
A. MEMLEKET
IRMAKLAR MINTAKASI
Kalde, Asur, Elam ülkeleri, şarkta, İran dağlarının garp yamaçları; şimalde Anadolu dağlarının cenup etekleri; garp ve cenupta Arabistan çölleri, İran körfezi sınırlarile çevrilen mıntıka içindedir (Harita 7) . Bu mıntıka dahilinde, şarki Anadolu dağlarından membalarını alan, ve cenubuşarki istikametinde, hemen birbirine muvazi akan iki büyük ırmak vardır. Bunlardan biri Dicledir. Bu ırmak, umumi surette İran dağları garp silsilesine mıvazi olarak akar ve İran Körfezine dökülür.
Dicleye belli başlı, şarktan Büyük ve Küçük Zap, Diyala, Kerka ve Karun ırmakları akar.
Diclenin uzunluğu 1500 kilometre kadardır. Suyu çoktur. Çok süratli akar. Yatağı derin ve kenarları dik ve dayanıklıdır. Diclenin ilk ve asıl ismi Dikledir (1).
İkincisi Fırattır. Bu ırmak Bağdat hizasında en çok, Dicleye yaklaştıktan sonra tekrar garba doğru bir kavis çevirerek uzaklaşır ve nihayet İran körfezine dökülür.
Tarihtenevelki devirlerde ve hatta İskender zamanında bu iki ırmak bugünkü gibi birleşmezlerdi; ayrı ayrı, İran körfezine dökülürlerdi ve deniz de şimdi olduğundan 200 kilometre içerde idi. Bilahare iki ırmağın getirdiği çamurlarla doldu. Fırat mecrasının munsap kısmının şarkındaki arazi de eski zamanlarda bataklık idi.
Fıratın uzunluğu 2000 kilometredir. Suyu, Dicleden iki defa azdır. Yatağı derin değildir. Kenarları mukavemetsizdir. Tuğyan zamanında kolaylıkla etrafa yayılır. Her sene membalarındaki dağlarda karlar eriyince – nisan ve mayısta – bu nehirler, kendi hallerine bırakıldığı takdirde, ani olarak taşar. Bütün memleketi, sıhhate ve ziraate elverişsiz bataklıklar haline getirir. Binaenaleyh, bu ırmakları istifadeli bir hale koymak için orada yaşayan insanlar, ırmakların kenarlarında setler vücuda getirmeğe ve birçok sulama kanalları yapmağa mecburdurlar.
------------------------------------------------------------------------------------------------
(1) – Bazı müverrihler (Ok) manasına olan (Digle) dir diyorlar. Avrupalılar Tigre, Samiler Dicle yapmışlardır. Bazı müverihler, Akkatlıların Diklat dediklerini beyan ederler.
DAĞLIK KISIMLAR
Dicle ve Fıratın (1) suladığı saha düzdür. Bu vahanın, şarka ve şimale doğru uzanan sahaları yüksek İran ve Anadolu dağlarına kadar dalgalıdır.
------------------------------------------------------------
(1) Dicle ve Fırat ırmaklarının – doğrudan doğruya Anadolu dağlarının cenup eteklerinden itibaren – arasında kalan uzun, dar ve düz mıntıkaya, Araplar (Beynennehreyn, Elcezire, Irak), eski Yunanlılar (Mezopotamya) demişlerdir.
İKLİM
Bahsettiğmiz mıntıkanın iklimi çok mütehaliftir. Kış, bilhassa dağlık mıntıkalarda serttir. Yazın da yakıcı, kurutucu sıcaklar olur. Toprağın kurumasına, ırmakların kanallarla akıtılan suları ila mani olunur.
Eski ahali, daha çok cenubugarbiden gelen ve çekirge getiren rüzgarlardan korkarlardı. Onlarda “fena ruh” hurafesini yaratan bu rüzgardır.
Yukarda saydığımız üç ülkeden Kalde, Dicle ve Fırat ırmaklarının cenup kısımları üzerindedir. İran körfezinden Bağdat şimaline kadar, iki ırmağın havzalarından ibaret ve bu ırmakların getirdiği rüsuptan teşekkül etmiş gayet mübit bir mıntıkadır.
Asur mıntıkası, şimaldedir. Şimdiki Musul havalisidir. Elam, Kaldenin şarkındadır. Karun ırmağı havzasını ihtiva eder.
TABİİ SERVET MEMBALARI
Bu memleketlerde, ırmaklar arasındaki vaha şayanı hayret bir derecede mümbittir. Her şeyden evel, hububat mıntıkasıdır.
Meyva ağaçları ve bilhassa ırmaklar ve kanallar boyunca hurma ağaçları yetiştirdi. Hurma ağaçları, mütenevvi gıdalardan başka kumaş imaline kadar ahalinin bütün ihtiyaçlarına kifayet ederdi.
Mer’alarda cesim sığır, koyun sürüleri otlar; ırmakların kenarlarında kaz ve ördek sürüleri uçardı. Irmaklar sazan balıklarile dolu idi.
Vahşi hayvanlar meyanında, yabani eşek, manda ve aslan bulunurdu.
Memlekette, inşaat için taş yoktu. Gayet ince kil vardır. Kerpiç ve tuğla yapılırdı. Toprak altında zift bulunurdu.
B. AHALİ
Tarhtenevelki zamanlarda, bu bahsettiğimiz memleketlere Ortaasyadan birtakım Türk kabileleri gelip yerleştiler. Bunların tarihleri, en ihtiyatlı bir hesap ile, M.E. 5 – 6 bin seneden eveldir.
Bu tarih devrinin başlangıcından itibaren üç kavim - ikisi Kalde ve biri Elam ülkelerinde olmak üzere- birbirlerile temas halinde görülürler.
Bunlardan Sumerler, Kaldenin cenup kısmında, Sumer mıntıkasında Akatlar namını alanlar Kaldenin şimal kısmında Akat denilen mıntıkada yerleşmiş bulunuyorlardı. Bu kavimler Kaldeye sadece Kalam derlerdi.
Elamlar, Kalamın şarkında kendi isimlerini verdikleri kıt’ada yerleşmişlerdir.
M.E. 2100 de Babil etrafında görülen Samiler ile Ninova etrafında yerleşen ve milattan 1300 sene evel kuvvet kespeden Asurluları kadim Türk kablelerile karıştırmamalıdır. Babilliler ve Asurluların tarihleri, tarih içinde tarihtir. Türkler daha bu mıntıkalara gelmeden evel esasen yüksek bir hars sahibi idiler. Bunların medeni hayat yaşadıkları, şehirlerde oturmuş oldukları şüphesizdir; madencilikte, muhtelif san’atlerde müterakki bir cemiyet idiler.
Sumerlerin medeniyetleri daha milattan 5000 sene evel büyük saadet ve refah inkişafı halinde ortaya çıktı. Sumerler daha o zamanlarda, çiftçilerden, tüccarlardan, her nevi san’atkarlardan mürekkep bir cemiyet halinde bunuluyorlardı.
Bu kavimler daha ilk geldikleri zaman ırmakların feyezanlarından mahfuz olmak için, şehirlerini bizzat yaptıkları sun’i tepeler üzerine kurdular. Tuğladan evler, mabetler ve saraylar bina ettiler. Sürülerle sığırları, beygrleri, koyunları keçileri vardı. Ziraati, ve tarlaları sulamayı bilirlerdi. Madenleri işerler ve madeni silahlar ve ziynet eşyaları imal ederlerdi. Heykeltıraşlıkları henüz az san’atkarane ve basit idi. Fakat, yazıları büyük bir inkişarfın şahididir. Sumerler Mezopotamyaya geldikleri zaman yazı yazmasını biliyorlardı. Bu yazı soraları “Çivi Yazısı – mihi Hat” denilen şekli almıştır. Dilleri Altay Türkçesi idi. Sami lehçeleri daha soraki zamanlarda karışmıştır.
Akatlara gelince onların da Sumerlere akraba olduğunu söyliyen alimler vardır. Fakat büyük nispette Samilerle karışmış oldukları anlaşılıyor.
Elamlar dahi Sumerler gibi belki ayni kütle içinde Ortaasyadan gelmiş Türklerdir.
Bunlar Sami alemden mutlak surette ayrı ve uzaktır. Dilleri Türkçe idi. Bir kısım yazılı abideleri bunu teyit eder.
Elamlar, Sumerler gibi, Babillilerden çok daha eski devirlerde, büyük bir medeniyat inkişaf ettirmişlerdir. Elamlar milattan 2300 sene evelinde fütuhatlarını uzak diyarlara kadar götürmüşlerdir. Bunların merkezi olan Sus şehrinde topraklar altında çıkarılan hendesi şekilde tezyinatlı levha ve cilalı taştan eşya ve sert taştan vazolar, silahlar ve bakır kaplar, medeniyetlerinin yüksek derecesini göstermektedir..
Anlaşılmıştır ki Ur, Uruk, Nippur ve daha birçok büyük Türk şehirleri Babil ve Ninovadan çok tarihi kıdeme maliktirler.
3. ARKEOLOJİ KEŞİFLERİ
XIX. asrın ortalarına kadar, bütün bu söylediğimiz hakikatler, henüz toprakların altında gizlenmiş bir halde bulunuyordu. Bu asrın ortalarındanberi, Fransız, İngiliz, Alaman, Amerikan keşif heyetlerinin, taharri ve tetkikleri, bu kıdemli medeniyet banilerini ilim alemine tanıtmağa başladı. Bilhassa bu eski dünya insanlarının yazılarını okumak mühim oldu;
hakiki tarih mezardan çıkıyordu.
Okunan yazı Sumerlerin çivi yazısıdır.
D. SUMER – AKAT – ELAM DEVLETLERİ
DEVLET ve CEMİYET
Sumerlerin, Akatların ve Elamların teşkil ettikleri devletler muhtelif tarihi şekil ve mahiyet arzederler. Bunların siyasi teşkilatlarile Altaylarda, tarihin malûmu olan ilk Türk hükümet tarzları arasında büyük bir benzeyiş vardır. Denilebilir ki, Türklerin, ilk hükümet sistemleri, muayyen hudutlar dahilinde müşterek ülkede, muhtariyet ve hatta istiklâl sahibi siteler veya kabileler halinde, toplanmış grupların konfederasyon teşkil etmeleridir. Her sitenin bir reisi olduğu gibi bunların üstünde her konfederasyonda da bir reis bulunur. Umumun risayetine geçen reis icabında tebdil olunup diğer bir site veya kabile reisi onun yerine geçer.
Kalde ve Elamda siyasi teşkilat, dini teşkilatla birleşmiş gibi görünüyor. Orada birer de site ilahı bulunurdu. Site kıralı, site allahının vekaletini de haiz olurdu.
Kıralların, bilhassa heyeti umumiyesinin başına geçenlerin mabut yerine kendini ikame etmesi, veya bütün siteler Allahlarını bertaraf ederek, bütün siteleri, kendi mabudu olan Allahın emrine itaate mecbur tutması, veya onun vekili sıfatile kendine mutlak bir suretle inkıyat talep etmesi devirleri Samiler zamanında başlar.
Siteler, şundan ibarettir: Her cemaati kendi ilahı için mabet, kıral için bir saray ve çiftçi, çoban yahut tüccar, san’atkar ve saire halk için meskenler yapardı. Bunların heyeti umumiyesini sühuletle muhafaza altında bulundurmak için etrafa bir sur inşa olunurdu.
SİTELER – BELDE DEVLETLER
Kalde ve Elamda, daha tarihlerinin mebdelerinde birçok siteler yapılmıştır. Fakat, bunların hemen kaffesi topraklara gömülmüş bir haldedir. Ancak son zamanlardadır ki, izleri bulunup birer birer meydana çıkarılmağa başlanmıştır. Şimdiye kadar malum olmuş bulunan ve kıral şehri dedikleri siteler on bir tanedir. Bu şehirlerden üçü Uruk, Ur (1), Adap olmak üzere Sumerdedir.
Dördü Kiş, Aksak, Opis, Isin olmak üzere Akatta.
Biri, Mari olmak üzere ayrıca Orta Fırat üzerinde.
Biri, Diclenin membalarına yakın taraflarda Gutyum.
İkiside Elamda Sustan başka olarak Avan ve Anan Hamazi.
Bu şehirlerden maada Allah Enlinin mabedi olan Nippur ile Sumerde Lagaş (Tello) sayılır.
Yerleri bugün belli olan daha birtakım şehrilerle beraber, yerleri tayin edilmeksizin sayılan birtakım büyük şehirler de vardır.
Kıral şehri denilen büyük şehirler yekdiğerini müteakıp gelen müteaddit sülalelere payitaht olmuştur. Bu kadar dar bir mıntıkada payitaht olabilecek bu kadar çok şehir yapılmış olması ve mıhtelif kıralların payitaht tedbil etmiş olmaları bu devletin idari, mali ve askeri intizam ve menabie malik ve yüksek bir medeniyete sahip bulunduğuna delalet eder.
Umumi tehlikenin henüz pek az hissolunduğu devirlerde, Elam, Sumer, Akatlar birbirine tamamen tabi olmaktan ziyade herbiri kendi dairesi dahilinde,hemen ayrı bir siyasi mevcudiyet teşkil ediyordu. Fakat, gittikçe, daha ziyade hissolunmağa başlıyan tehlike,reislere sağlam bir ittihat lüzumunu ihtar etti. Bunun neticesinde kuvvetlerini, komşularına tanıttırmak ve iktisadi ve fikri kabiliyetlerinin daha parlak bir surette inkişafını temin etmek maksadile müşterek bir devlet kurdular.
Bu devreye kadar Sumer, Akat, Elamlardan herbirinin kendi içerinden çıkmış sülaleri vardır. Bundan sonra bir idareye tabi olacaklardır.
Yeni idarenin siyasi mahiyetiböyle olmakla beraber, malum olan on bir kırallık şehri yine ayrı ayrı istiklallerini muhafaza etmekte addolunuyordu. İşte bu siyasi teşekkülün şu hususiyetinden dolayı, Samilerin iktidara geçtikleri zamana kadar (M.E. 2225), kırallık şehri olan sitelerden hiçbiri daimi olarak, payitaht olmak rolünde ısrar etmedi.
Bu hususta, teveffuk münavebe ile:
3 defa Sumerlere,
4 defa Akatlara,
2 defa Elamlara,
1 defa Mari sitesine,
1 defa da şimalde Gutyumlulara geçti.
Bu hal, siyasi birliğin idamesile beraber, bir sitenin kendi lehine olarak vahdeti temerküz ettirmediğini, umumi surette kuvvetler beyninde asırlarca müddet tevazünün devam ettiğni gösterir.
(1) Ur, Türkçe hendek veya hendekle çevrilmiş kale demektir.
E. KALDEDE DAHILÎ REKABETLER VE MÜCADELELER
Sumer şehirlerinden birinin kıralı tek başına hakim olmak sevdasına düştü. Komşularına saldırdı (M.E. 3050). Bu adamın torunu ayni harekete devam etti. Diğerleri bunun üzerine yürüdü. Bu surette devletin inzıbatına halel, kuvvetine zaf geldi.
SARGON VE SÜLALESİ
Bu vaziyettenistifade eden Agadeli Sargon namında bir zat ortaya çıkarak, M.E. 2850 tarihlerine doğru Kaldede bir imparatorluk teşkül etti. Kaldeye kamilen hakim olduktan sora Amanos ve Toros ve Suriye istikametlerinde istilalar yaptı.
Elamlar yalnız başlarına istiklallerini muhafaza ediyorlardı. Sargonun ahfadı, impartorluğun kuvvetlenmesine çalıştılar. İran körfezine büyük donanma yaptılar. Şarktan irana, şimalden Anadoluya sarktılar; garptan Akdeniz sahillerine kadar ilerlediler (Harita 8).
Eskidenberi Mısırla, mevcut olan münasebet ziyadeleşti. Bu yüzden birtakım Mısır fikir ve felsefeleri kaldeye geçti. Ezcümle kalde hükümdarları o zamana kadar mabetlerde kapalı duran mabutların yerine, Fir’avunların takliden kendilerini ikame ettiler. İnsanları kendilerine taptırdılar.
SUMERLERİN TEKRAR HAKİMİYET ALMALARI
Bundan soradır ki, Sumerler isyan ettiler. Bunun neticesi olarak (M.E.2648 – 2623) Sargon Hanedanı yerine geçtiler. Bu Sumerlerin dördüncü uruk Hanedanı idi; anlaşılıyor ki, bunlardan çok daha evel üç Ur veya uruk Hanedanı geçmiştir. İlk hükümdarlarının ismi Urkomdur; Ur şehrini,bu kıral bina ettirmiş ve muhteşem abidelerle süslemiştir. Kapıları tunçtan bir mabetle yüksek bir ehram, bu nevi abideler cümlesindendir (1).
Bu dördüncü Sumer sülalesinden sora, memlekete Hazar Denizi civarından gelen bi sülale hakim oldu. 120 sene Kaldede kaldı. Sumerlerin tekrar isyanile memleketten çıkarıldılar. Yeniden mevkii iktidara gelen Sumer kıralları bir taraftan palestine hareket yaptılar, diğer taraftan eski müttefik ve ırkdaşları Elamlar üzerine hücum ederek Sus’u zaptettiler.
KALDEDE KARIŞIKLIK VE NETİCESİ
Bundan sora yeniden Kalde ülkesinde derin bir kargaşalık oldu. Kalde cenuptan ve şarktan istilaya uğradı. Evvela elamlar kendilerini toplayıp mukabil taarruza geçtiler, mezopotamyayı işgal ettiler ve Palestine kadr gittiler. Elam kırallarından Kutur, Palestin hükümdarı ünvanını aldı. Fakat burada da mağluplar Elamlara karşı mukabil taarruza geçtiler. Onları ricat ettirerek Mezopotamyaya kadar takip ve mağlup ettiler. Bu surette, Kalde Hükümdarlığı Fırat yukarılarında Isin de yerleşen bir Palestinli Sami hanedana geçti (M.E. 2307 – 2095).
SUMER,AKAT, ELAM DEVLETLERİNİN AKIBETİ
İşte bu karışık vaziyet babil Sülalesinin vücut bulmasına sebep oldu 8M.E. 2225 – 1926).
Bu suretle tarihlerinin ilk devirlerinden itibaren binlerce sene beraber yaşadıktan sora, bilahare bibirlerinin hasut düşmanı haline gelerek birçok seneler birbirlerile vuruşan Sumer – Akat ve Elamlar arasında devam eden mücadeleler nihayet Samilerin istilasile nihayet buldu.
(1) Şimdiye kadar hafriyatta Urkom ahfadından kıral Gudea’nın M.E. 2600 de yapılmış sekiz heykeli bulundu.
F. BABİL DEVLETİ
BABİL SÜLALESİ ve HAMURABİ
Kaldeye hakim olan sülaleye Babile nispetle Babil Sülalesi dendiği gibi Kaldeye de Babilonya adı verildi. Bu sülalenin altıncı kıralı Hamurabinin bulduğu hudutlar Sargon zamanındaki hudutların aynidir. Hamurabi (Res 62) memlekette eski yerli ahalinin vücuda getirmiş olduğu medeni ve sınai her şeyden azami istifade etti. Esasen mevcut olan eski kanunlar birleştirildi ve Hamurabi Kanunu adını aldı.
Hamurabi (M.E. 2088 - 2086) şimalde Turukku, Kakmu, Subartu ordularile muharebe etmiştir.
Babiş şehri Fırat ve Dİcle ırmaklarının birbirine en çok yaklaştığı noktada inşa edildi. İran, Hint ve Arabistan, Asur aralarındaki yollar burada birleşir.
Hamurabi, Babili yeniden inşa etti. Etrafını kalın tuğla duvarlarla çevirdi. Hamurabi, Fırat ile Dicle arasında kendi ismini verdiği büyük bir kanal yaptırdı. Babilliler M.E. XX. asır sonlarında Etiler tarafından mağlup ve Babil işgal olunmuştur.
Asur kıralları burada kalmayıp memleketlerine döndüler. İlhaka teşebbüs ettiler ve nihayet M.E. 1320 de buna muvaffak oldular.
G. ASUR DEVLETİ
Asurlular, muharebeler ve muharecetler esnasında şimale çıkan bir kısım Samilerle Kuşluların ve Hazar tarafından gelen bazı kabilelerin teşkil ettikleri bir halktır. Bunlar Dicle havzasının dağlık sahalarında ayrı ayrı birtakım şehirler bina ettiler ve oralarda milattan 2500 sene evel küçük küçük bir takım hükümetler kurdular. Bunlardan biri soradan çok şöhret olan ASUR sitesi idi. Tarihteki Asurlular namı da bundan gelir. Kala, Ninova gibi diğer şöhret bulan siteler de yaptılar.
Asurlular, medeniyetçe, Anadolu komşuları Etilerden ve cenup komşuları Sumer - Akatlardan çok zamanlar dun derecede kaldılar.
Komşuları, muhtelif sebeplerle zafa duçar olduktan soradır ki, Asurlular kendilerini göstermeğe başladılar.
M.E: 1300 senelerine doğru teveffuk, Babilden Asurlulara geçti. Kalde ile Asur memleketleri kamilden Asur Kıralı Salmanasar I. idaresinde birleşti.
Tiglat - Palasar I. (M.E. 1100) fütuhatını garben Palestine ve Akdenize kadar ilerletti.
Bundan sora bir tereddi devri geçer. Bu devrin mümessili Sardanapal dır. Daha sora, tekrar Salmanasar III. (M.E. 850) ve Tiglat - Palasar III. (M.E. 745) gibi kırallar Suriyeyi tekrar fetih ve Fenikelilere hakimiyetlerini teşmil ettiler. Bu tarihte idi ki Asur yerine Kala, devletin payitahtı oldu.
SARGONLAR
Asurluların en parlak sülalesi meşhur Sargonlardır.
Bu sülaleyi teşkil eden (M.E 722) Sargon II. (Res. 63), sefih kırallardan birinin başkumandanı idi. Sargon ufaktefek kabilelerle değil büyük devletlerle fütursuz çarpıştı. Çetin bir askerdi, Babaili iki defa zabıt ve Babil Kıralı Meradaş Baladan ımağlup ve firara mecbur etti. Müttehit Suriyelilerle Mısırlıları mağlup, İbrani Kırallığını tahrip eyledi. Kıbrısı haraca bağladı. Bu fatili ayni zamanda ilim ve san'atin muhibbi oldu. Ninova yanında kütüphanesini o yaptı.
Payitaht edindiği Ninova yanında muazzam Khorsabat sarayını inşa ettirdi. Asur kuvveti, Asur - Banipal (Res 64) ile en yüksek kemaline erdi. Mısıra girdi. Tep cenubuna kadar gidildi. Karadenizden Nile ve İran körfenizne kadar bütün devletler Asur Banipala tabi oldular.
ASUR DEVLETİNİN İNKIRAZI, II İNCİ BABİL DEVLETİ
Birkaç sene sora, bu azametli devlet Metlerin Kıralı Kiyaksar ın darbeleri altında eridi (M.E. 612).
Asur Devleti enkazından Met İmparatorluğu çıktı; ve Metlerle müttefikan hareket eden Babilliler, ikinci defa Babil Kırallığı nı kurdular. Anadoluda, Lidyalıların kırallarını mağlup etmek için Metlere yardım ettiler. Babil Kıralı Nabukodonosor veya Nabukodorosor Babili tamir ve ihya eyledi.
Babillerin son hükümdarı Baltazar oldu. Pers kıralı Kurus (Keyhusrev) (M.E. 539) da Babile esir olarak getirdiği Yahudileri serbest bıraktı.
H. SUMER MEDENİYETİ
Bugüne kadar vaki olan keşfiyattan beşerin ilk medeniyetlerinden biri olduğu anlaşılan Sumer medeniyetinin uzun müddet Önasyada umumi bir medeniyet olduğu, bilhassa Akat ve Elamların tamamen bu medeniyet tesiri altında kaldıkları bir seviyeye erdikleri sabit olmuştur.
HAYVANCILIK ve ZİRAAT
Sumerler bazı hayvanları ehlileştirip onlardan istifade etmeyi bilirlerdi. Koyun, keçi ve domuz besliyorlardı. Bunların yünlerinden kumaşlar dokuyorlardı. Evlerinde dokuma tezgahları olduğu gibi müteaddit tezgahlı dokuma imalathaneleri de vardı.
Ziratte ilerlemişlerdir. Saban, döğen gibi bugün bile kullanılan muhtelif ziraat aletlerine maliktiler. Sun'i vasıtalarla (kanallarla) tarlaları sulayarak, hububat yetitiriyorlardı. Vasi arazide, bilhassa ırmak kenarlarında müşterek teşebbüslerle kanallar açılır ve ilmi denecek usullerle ırmak kontrol edilir., sulamalar yapılırdı. Sumerin refahı ziraat ve ticarete istinat ediyordu. Hemen kamilen ziraat esası üzerine tanzim edilmiş olan memleketin bir kısmı hükümdara, diğer bir kısmı da fertlere ait çiftliklere ayrılmıştır.
SAN'ATLER; MÜMARLIK ve HEYKELTRAŞLIK
Bakır ve altın madenlerini istimal ediyorlardı (Res 56). Maden dökümü işlerini ve madenlerden halita yapmayı biliyorlardı. Alelade kullandıkları aletler Mısırlıların hatta tarihi devirlerinde kullandıklarından çok daha mükemmeldi. İptida bakırı, soraları altını ziynet eşyası olarak kullandılar. Kadınların inci ve kıymetli taşlardan gerdanlıkları vardı. Mezopotamyada taş bulunmadığından binalar için başka bir madde istimali icap ediyordu. Sumerler, yapılarını fırında pişirilmiş tuğladan veya güneşte kurutulmuş kerpiçten yaparlardı. Tuğladan yapılmış büyük binaları, abideleri vardı. Mesela, Kiş'te meydana çıkarılan tuğla saray geniş bir sahayı kaplamaktadır. Bu sarayda ve diğer mahallelerde tuğladan muazzam sütunlar bulunmuştur. Duvar tezyinatı hayrete şayan derecede mükemmeldir. Bu tezyinattan sedef işlemeciliğine de vakıf oldukları anlaşılıyor. Kiş sarayı o zamanki memleketin refahını ve mimarların, san'atkârların yüksek meharetini gösterir.
Bu kadar eski devirlerde Sumerler, sütun, kemer, kubbe gibi garba ancak binlerce sene sora girmiş olan mimari şekillerini bilerek umumiyetle kullanmışlardır. Tarihte, ilk kemer ve kubbe Sumerlerde görülür. Sumerlerin bina ettikleri sun'i tepeler üzerine kurulmuş mabetler -ki meşhur Babil Kulesi bunlardan biridir- mimari eserlerin harikalarından sayılabilir.
Bu yüksek mimari ile anlaşılan medeniyet seviyesi, mezarların zenginliğinde de görülmektedir. Altın ve gümüş eşya silahlar, kıymetli madenlerden yapılma aletler, mezarlarda mebzulen bulunmuştur. Bu mezarlarad sedef tezyinatı çok görülmektedir. Hükümdar mezarlarında altın serpuş, hükümdarın adını taşıyan kupa, gümüş kemer, altın, gümüş ve sedef gerdanlıklar, küpeler, altın heykeller, altın iğneler vardır.
Heykeltraşlıkta da çok usta idiler. Bir hükümdar kadını mezarından çıkarılan gümüş bir inek başile gümüşten iki dişi aslan kafası büyük bir istidat ve meharet eserleridir. Yine bu mezarda bulunan eşek heykeli mükemmel bir realist san'at eseridir. Heykeltraşlıkta bu derece inkişaf, ancak milattan evel V. asırda Yunan üstatlarında görülebiliyor. Sumer hükümdarlarından Gudea nın heykeli (Res 52) bugüne kadar keşfedilmiş olan heykeller arasında muayyen ve hakiki bir şahıs gösteren ilk heykel sayılmaktadır. Sumer heykeltraşlığı yalnız teknik itibarile değil, fikrin ifadesi noktai nazarından da yüksekti. Heykeller umumiyetle sarayların ve mabetlerin tezyinatında kullanılırdı (Res 53 - 60,65,66).
Sumerlerden sora gelen Babilliler ve Asurlular Sumer sanat an'anesini taklide devam etmişlerdir.
ASKERLİK
Sumerler pek medeni ve zengin memleketlerine etraftan gelecek tecavüzleri men ile medeniyetlerini muhafaza için kuvvetli bir askerî teşkilat meydana getirmişlerdir. Sumerde ücretli bir ordu yoktu. Her vatandaşbir asker sayılırdı ve her an harbe çağrılabileceği için hazırlıklı bulunurdu. Hükümdar şahsan harba iştirak ve ön safta muharebe ederdi.
MİLLİYETPERVERLİK ve KANUN
Sumerler haysiyet ve vakarlarını çok korur, milli gurur sahibi ve milliyetlerile müftehir idiler. Memleketleri istila edildiği zaman galiplerin hakimiyeti altında teşriki mesaj etmeğe razı olmadılar. Sumerlerin umumi bir isyanile Sargon saltanatının hitama erdiği malûmdur.
Milattan (1900) sene evel vazolunan Hamurabi Kanunu eski Sumer kanunlarının ve adetlerinin bir araya toplanmasından ibarettir. Zaten Babil medeniyeti, her cihetçe Sumer medeniyetinden çıkmıştır. Hamurabi Kanunu bu mıntıkada ilk defa meydana gelen kanunlar mecmuası da değildi. Sumerleri III üncü Ur sülalesinden Dungi zamanında tedvin edilen kanunlar mecmuası Hamurabi Kanunlarının en yakın esas ve aslını teşkil eder. Bundan evel, mesela Urukagina zamanında toplanmış kanunlar da vardır. Fakat Sami Hamurabinin kanunları Türk Sumer kanunlarından ceza itibarile daha şiddetli idi. Sumerler esirlere karşı muamelelerinde daha şefkatli idiler. Bir kölenin kaçması Hamurabi kanununa göre idamı istilzam ederdi. Halbuki Sumerler küçük bir para cezası almakla iktifa ederlerdi. Sumerlerin muntazam mahkemeleri vardı. Muntazam tapu muamelatî yapılırdı. Müşterek mülkiyetle beraber şahsi mülkiyet te mevcuttu.
Sumerlerde aile teşkilatı tek zevce (monogamie) esası üzerine müessesti. İzdivaç, dini bir mahiyette değildi. İzdivaçtan sora kadın, aile mallarında ve mülklerinde müşterekti. Erkek, kadının rızası olmaksızın müşterek malları satamazdı; aile borçları için her ikisi mes'ul idiler. Kadın iktisadi bir istiklale sahipti, istediği işi tutabilirdi; tezgahlarda, mağazalarda çalışır, yüzü açık olarak gezerdi.
TALİM VE TERBİYE
Sumerlerin talim ve terbiye teşkilatı mükemmeldi. Erkek ve kız çocukları bir arada tahsil ederlerdi. Mekteplerde okuma yazma, gramer, inşa, coğrafya, rıyazıye, mesaha usulleri, mikyaslar ve edebiyat öğretilirdi. Yüksek mekteplerde hekimler, mimarlar gibi meslek adamları yetişirdi.
DİN VE İLİMLER
Sumerlerin birçok allahlara inanan bir dini vardı. Allahlar insan şeklinde ve mahiyetinde tasavvur olunurdu.Mabetler, bu ilahların evleri idi.
Sumerler en büyük allahlarına Dingir ismini vermişlerdir. Bunun Tangrı, Tengri, Tanrı kelimesi olduğunu Sumer dilile uğraşan âlimler söylemişler ve hatta Sumerlerin Türk olduğuna daha birçok kelimelerle beraber bunu delil olarak göstermişlerdir. Bundan başka Sumerlerde Enlil, Mama, Nin-tar ve muahhar devirlerde Babil ve Asura Sumerlerden geçmiş geçmiş olması muhtemel olan Bel, Bin, Annon gibi mabutlar da vardır. Bu son mabutlardan Bel, maddeye şekil veren, dünyayı nizama sokan kuvvet, Bin, kâinatı yürüten zeka; Annon ise güzel san'atleri yaratan kudrettir.
Sumerlerin fikirlerinin filî tezahür tetkik olunursa müspet bir felsefeye salik oldukları anlaşılır.
Sumerler, Ortaasyadaki dinlerinden kalma an'anelerle Güneş, Ay ve yıldızlara da taparlardı; bunların hareketlerile dünya hadiseleri arasında bir münasebet görürler, onların hareketlerinden istikbal keşfolunacağına inanırlardı. İşte bu itikatlar, Sumerlerin Güneşe, Aya ve yıldızlara ehemmiyet vermelerinin ve bunların hareketlerini tasarrut, tetkik ve hesap etmelerini mucip oldu. Mabetlerdeki birçok katlı kuleler, tarassuda yardım ediyordu. Bu suretle Sumerde heyet ilmi başladı. Güneş, Ay senelerini hesap ettiler. Seneyi 12 aya ayırdılar. Gün, saat taksimini yaptılar; seyyarelere isim taktılar. Takvimlerle kerrat cetvelinin esasını kurdular. Bugünkü ölçüleri tespit ettiler. Ve bu surette de rıyazıye ilmi inkişaf yoluna girmiş oldu.
Allahların mücazat ve mükafatları dünyada olduğundan Sumerler hastalıkları allahların verdiği ceza gibi görürlerdi; yani allahlara karşı irtikap olunan bir günah, bir kusur yüzünden hastalığın vukua gelmiş olduğuna inanırlardı. Buna binaen, hasta, allahları memnun etmeğe mecburdu. Rahiplerin tavassutile allahların affi kazanılmaya çalışılırdı. Fakat daha müspet tedavi tarzı da vardı. Hasta umumi bir meydana yatırılarak gelen geçenden hastanın tutulduğu hastalık hakkında rey alınır ve bu reylere göre tedavi olunurdu. Muvaffakıyeti neticelendiren tedavi tarzları tespit olunup mabetlerin duvarlarına deri levhalarla asılır veya hakolunurdu. Tedavide türlü otlar ve kökler istimal olunmuştur. Tedavi tarzlarının, tedaviye yarıyan nebatların tesir ve hassalarını tetkik yolu ile Sumerde tababetin ilk müsbet esasları hazırlanmış oluyordu.
EDEBİYAT ve YAZI
Sumerlerin edebiyatı da çok zengindir. Edebiyat evvelâ dini ve esane ve destanlarla başladı; Hilkate ait efsaneler, dini ve milli kahraman destanları ibda olundu; son devirlerde Sumerlerin düşmanlar tarafından istilası üzerine müessir mersiyeler yazıldı. Bu eserler Sumerlilerin edebi istidadına parlak delillerdir. Sumer edebiyatı diğer dillere ezcümle Sami dillere tercüme olunuyordu.
Sumerde edebi eserlerden başka birçok umumî muharrerat ta bulunmuştur; bunları yazmak üzere bir katipler sınıfı teşekkül etmişti. Katipler, mektupları, kontratoları ve saireyi kil levhalar üzerine yazarlardı.
Bugünkü malûmatımıza göre tarihte ilk yazı, Sumerlerin yazısıdır. Sumerler bu yazıyı geldikleri Ortaasyadan getirmişlerdir. Ve bütün Önasyaya uzun asırlar bu yazı hakim olmuştur. Sumerleri takip eden milletler, bu yazıyı kulanmışlardır. Sumer yazısı, yukarda söylendiği veçhile ''Çivi Yazısı'' idi.
MABETLER ve KONFOR
Sumerler, mabetlerini evvelâ sun'i tepeler vücuda getirerek onların üzerlerine yaparlardı. Bunlara ziggurat derlerdi. Zigguratlar (res61), kainatın taksimatını (yeraltı, yerüstü, gök) tasvir ediyor ve semaya, tanrıya giden yolu temsil ediyordu. Bunların en muhteşem yeri, muazzam kemerli methali ve büyük kubbesi idi. Kapılarında altın, gümüş tezyinat vardı; duvarları renkli resimler ve sair tezyinatla bezenirdi. Soraları Babilde yapılmış olup ''Babil Kulesi'' namile şöhret alan tepe ve mabet te Sumer üslûbunda bina edilmiş bir ziggurattır. Sumerlerin hususi hayatı da medeniyetlerinin yüksekliğini gösterir. Orta sınıftan Sumerlerin tuğladan yapılmış iki katlı, duvarları beyaz boyalı evine kemerli bir kapıdan girilir, evin üst katında aile yaşar, alt katında misafir kabulüne mahsus geniş bir oda bulunurdu. Evin yeraltında su tesisatı mevcuttu. 12 - 14 odası vardı; yemek masaları, arkalı ve yastıklı sandalyeler, altın ve gümüş kakmalı karyolalar, zengin evlerde halılar evin mobilyesini teşkil eder, yemekte madeni çatal kullanılırdı.
Arkeoloji tetkikatından çıkan yukardaki muhtasar malûmat bile Sumer medeniyetinin kıymetini ve umumi medeniyet tarihinde Sumerlerin ehemmiyetini kâfi derecede gösterir.