Tombak sözcüğü ya İtalyanca “tombacco”dan ya Portekizce “tambaka”dan ya da kiminin Hintçe kiminin de Malezyaca “tambaga”dan geldiğine birleşen fikirler vardır. Malezyalılar ise günlük hayatta tambaga sözcüğünü “bakır” yerine kullanıyor.
Bu sözcüğün Fransızcaya ya da İngilizceye Tombak biçiminde nasıl yerleştiğini oradan da bizim dilimize yine aynı seslerle geçtiğini kimse bugün saptayamamış.
Söz konusu TOMBAK olunca , esnaf ve sanatkârlar arasında sarı ya da pirinç diye anılan bakır çinko alaşımı dile getiriliyor. Ayrıca esnaf ve sanatkârlar, bunun değişik oranlardaki değişik görüntü ve sonuçlarını da anlatıyor.
Türkçede tunç diye bilinen, bakır kalay alaşımından oluşan bronzdan da söz ediyorlar.
Çok azı Tombak sözcüğünün karşılığı olarak cıva yaldızına değiniyor.
Oysa bu sözcük Türkçede sadece cıva yaldızı için kullanılagelmiştir.
Dahası bu sözcüğe Türkler ekler de getirmiştir. Tombakçı, tombak ustası, tombaklı, tombaksız, tombaklamak gibi… Kimi zaman da eşyanın yapısının, biçiminin de önüne geçerek, şamdan, gülabdan, ibrik, sahan yerine doğrudan doğruya Tombak denmektedir.
Türkçeye gelip yerleşmiş nice yabancı sözcükler daha ilk bakışta kendini ele verir. Oysa bu sözcüğün sesinde tuhaf bir akrabalık, benzerlik seziliyor. Bu amaçla TDK Yayınlarının Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü’ne başvurduk.
Burada Tombak sözcüğünün Anadolu’nun birçok yöresinde Tambarlak, Tombalak, Tombarlak, Tomburlak ve Tombul sözcükleri ile birlikte kullanıldığı görülmekteydi. Hemen hemen ses benzerliği olan bu sözcüklerle tombul, yuvarlak, yumuşak ve tümsek nesneler anlatılmak istendiği yazılıydı.
Ne olur ne olmaz kuşkusu bizleri buralara kadar götürmüştü. Bütün bunlardan başka soruşturma ve araştırmalarımız Kayseri’nin Develi ilçesine bağlı köylerden biri ile Kahramanmaraş’ın Göksun ilçesine bağlı köylerden birinin adının Tombak olduğunu öğrendik.
TOMBAK
Sözcük İrdelemesi
İnsanoğlu, doğanın olanaklarından yararlanmanın koşullarını aradığı yerde, bunun güzel olmasını da istemiştir. Yararlanma, iyi koşullarda kullanma içgüdüsü; en güzel bir biçimde değerlendirme iradesinin buyruğuna bağlıdır. Tüm sanatların kökenine inildiğinde, böyle bir içgüdü ve böyle bir irade ile karşılaşılması doğaldır.
Tarih sahnesinde yeri olan toplumların kendilerine özgü davranış biçimleri vardır. Biçimlendirme ve güzelleştirme iradesini bu davranış özellikleri yönlendirir. Gerek günlük yaşamlarında, gerek inançlarında bağlı törenlerle süslenen özel durumlarında toplumların kendilerine özgü yanları hemen dikkati çeker. Ne var ki bilim adamları, tarihçiler, sanat tarihçileri bu durumları bile bazı genel başlıklar altında toplama ve değerlendirme eğilimindedirler. Elbette konulara sınırları daha önceden çizilmiş açılardan bakmanın, yaklaşmanın büyük kolaylıkları vardır. İşin içersine derinlemesine girdikçe önce bir kolaylık gibi görünen bu yöntem, gerçeğin kendisine yaklaşmakta zorluklar çıkarabilir. Büyük başlıklar altındaki değerlendirmeler, araştırmacıyı çoğunlukla olumsuz bir biçimde koşullandırır.
Son yıllara gelinceye kadar Türk Sanatları ile ilgilenenler böyle bir koşullanmanın büyük etkisi altında kalmışlardır. Giderek görüş açıları ve yöntemler değiştiğinden, gerçeğe daha nesnel bir biçimde yaklaşılmaya başlandığı söylenebilir. Bunda Türk Sanat Kongresinin payı büyüktür.
Bir zamanlar en geniş anlamı ile İslam Kültürü, İslam Düşüncesi ya da İslam Sanatı genel başlıkları altında ele alınan konular, şimdilerde ulusal yaratma ve biçimlendirme iradesi açısından ele alınmaktadır. Bu ise insanoğlunun ortak değerleri için büyük bir kazançtır.
Bizim de bağlı bulunduğumuz kültür ve sanat çevresinin kapıları yeni yeni aralanmaya, açılmaya başladığından birçok konuya eğilmede zorluklarla karşılaşılıyor.
Sizlere sunmak istediğimiz TOMBAK konusu, nice yüzyıllardan beri maden işçiliği ve sanatına bağlı olarak geliştirilmiş ancak yeterli ve doyurucu bilgilerden mahrum kalmıştır.
Müzelerde, camilerde, türbelerde, özel koleksiyonlarda nice eserlerle karşılaştık. Bizim bağlı bulunduğumuz kültür ve sanat çevresinde Selçuklulardan bu yana uygulandığını öğrendiğimiz bu işçiliğin, bu sanatın elbette bir bileni olmalıydı. Yazılı metinlerde doyurucu bir açıklık olmayınca konuya uygulama yönünden yaklaşmayı denedik.
Önce konumuza adını veren TOMBAK sözcüğünün ne anlama geldiğini, ne’ce olduğunu araştırdık.
Bilinen belli başlı ansiklopedi ve sözcüklere bakacak olursak “Tombak” sözcüğünün karşılığı olarak hemen hemen aynı bilgilerle, aynı tanımlarla karşılaştık. Küçük ayrıntıları bir yana bırakacak olursak şu sonuçları elde edebiliriz:
-
Tombak sözcüğünün ya İtalyanca “Tombacco”dan ya Portekizce “Tambaka”dan ya da kiminin Hintçe, kiminin ise Malezyaca “Tambaga”dan geldiğinde birleşiyorlar. Nitekim daha titiz bir çalışma sonunda bu sözcüğün Malezya kaynaklı olduğunu öğrendik. Ama bunun nasıl olup Fransızca ya da İngilizceye Tombak biçiminde yerleştiğini, oradan da bizim dilimize yine aynı sesle geçtiğini saptayamadık.
-
Başvurduğumuz kaynakların hemen hepsi şu bilgileri veriyor:
a-) Esnaf ve sanatkârlar arasında sarı ya da pirinç diye anılan bakır çinko alaşımını dile getiriyorlar. Ayrıca bunun değişik oranlardaki değişik görüntü ve sonuçlarını anlatıyorlar.
b-) Türkçede tunç diye bilinen, bakır kalay alaşımından oluşan bronzdan söz ediyorlar.
c-) Görebildiğimiz kaynaklardan pek azı Tombak sözcüğünün karşılığı olarak cıva yaldızına değiniyor.
Oysa bu sözcük TÜRKÇE'DE sadece cıva yaldızı için kullanılagelmiştir. Dahası bu sözcüğe Türkçe ekler de eklenmiştir. Tombakçı, Tombak Ustası, Tombaklı, Tombaksız, Tombaklamak gibi. Kimi zaman da eşyanın yapısının, biçiminin de önüne geçerek, şamdan, gülabdan, ibrik, sahan yerine doğrudan doğruya Tombak denmektedir.
Türkçeye gelip yerleşmiş nice yabancı kökenli kelimeler daha ilk bakışta kendini ele verirler. Oysa bu sözcüğün sesinde tuhaf bir akrabalık, benzerlik seziliyor. Bu amaçla Türk Dil Kurumu Yayınlaırndan Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü’ne başvurduk.
Burada Tombak sözcüğünün Anadolu’nun birçok yöresinde Tambarlak, Tombalak, Tombarlak, Tomburlak ve Tombul sözcükleri ile birlikte kullanıldığını gördük. Hemen hemen ses benzerliği olan bu sözcüklerle tombul, yuvarlak ve yumuşak ve tümsek nesneler anlatılmak istendiğini gördük.
Ne olur ne olmaz kuşkusu bizleri, buralara kadar götürmüştü. Bütün bunlardan başka soruşturma ve araştırmalarımız sırasında Kayseri’nin Develi ilçesine bağlı köylerden biri ile Kahramanmaraş’ın Göksun ilçesine bağlı köylerden birinin adının Tombak olduğunu öğrendik.
ALTIN KAPLAMA
Altın, en eski çağlardan beri her türlü üstün nitelikleri dolayısıyla az ve zor bulunuşu yüzünden, hep en değerli maden olarak kalmıştır. Ve yine bu özellikleri yüzündendir ki, günlük kullanım eşyasında değil de daha çok değerli para ve ziynet eşyalarında kullanılagelmiştir. Altın kullanılarak yapılmış eşya, yapıldığı dönemin kültür ve sanat düzeyini gösteren eserler niteliğindedir. Tarih çağlarında her güçlü ve kudretli kimse altın ve altından yapılmış eşyalara sahip olmak için uğraşmıştır. Tarihin nice sayfalarını, elden ele geçen hazinelerin hikayelerini altın süsler.
İslam dogmasına göre altın ve gümüş kaplardan yiyip içmenin, saf ipekten giysiler giymenin yasak olmasına karşın Selçuklu ve Osmanlı saraylarında bunların kullanıldığını gösteren belgeler vardır. Osmanlı saraylarında, 16. Yüzyıldan sonra altınla uğraşan, kuyumculuk yapan sanatçıların çoğalması, hatta devletten maaş almaları bunun en büyük kanıtıdır.
Bu açıdan da toplumun yaşamında değer kazanan altın, zenginliğin, güzelliğin, güçlülüğün ölçütü olmuştur. Savaşlar, zaferler, ganimetler çoğaldıkça altından yapılmış güzel eserlerin çoğaldığı gözlemleniyor. Üretim de ona göre artıyor. Bunun tersi olunca, her şey bütünüyle toplumun yaşamına yansıyor. Kimi zaman en değerli sanat eserleri bile eritilerek para basımında kullanılıyor.
Altından yapılmış eserlerin yanında altın kaplama eserlerin varlığı da dikkati çekiyor. Değişik madenlerden yapılmış eşyanın altınla ya da gümüşle kaplanarak değerlendirilmesi ilginç sonuçlar veriyor. Çok eski çağlardan, örneğin Mısır’dan beri altın kaplamanın geçerli olduğu görülüyor. Yarınki araştırma ve kazılarda ele geçecek bulguların bizi daha erken çağlara kadar indirmesi olanağı vardır. Bugüne kadar altın kaplama ya da yaldızlamada üç ayrı yöntem uygulanmıştır. Bu yöntemleri sırası ile şöyle özetleyebiliriz:
-
Bilinen en eski altın kaplama fiziksel ve mekanik bir nitelik taşımaktadır. Özel yöntemlerle çok ince yapraklar (varaklar) haline getirilen altın, yüksek ısıda tavlanmış eşyanın yüzeyie kuvvetle bastırılarak sımsıkı tutturuluyor. Ve böylelikle eşyanın yüzeyine ayrı bir maden tabakası daha eklenmiş oluyor.
-
Daha sonra araştırmalarda bulunduğunu sandığımız ikinci yöntem kimyasal bir nitelik taşıyor.
a-) Kaplanacak ya da yaldızlanacak eşya, özel bir yöntemle hazırlanmış olan altın çözeltisinin (suyunun) içine daldırılıyor. Ayrıca bir başka işleme gerek olmadan eşyanın yüzeyine ince altın bir tabaka yapışıyor.
b-) Cıva içerisinde altının çözeltilmesiyle elde edilen bir malgama yine kendine özgü bir yöntemle yaldızlanacak eşyanın üzerine sürülüyor. Malgamayı oluşturan cıvanın uçurulması sağlanıyor. Bu sırada yalnız kalan altın partikülleri ile kaplanan eşya arasında derinlemesine bir alışveriş meydana geliyor. Ve böylelikle eşyanın yüzeyi altınla kaplanmış oluyor. -
Üçüncü yöntem, 19. Yüzyılın ortalarından bu yana uygulanmaya başlayan elektroliz yöntemidir. Bugün altın kaplamada sadece bu yöntem kullanılmaktadır. İçerisinde altın çözeltili bir su bulunan kaba redrösörden gelen cereyanın kutup başları sarkıtılıyor. Katot kutbuna kaplanacak eşya, paslanmaz çelik ya da altın bağlanıyor. Devreye cereyan verilince eşyanın yüzeyine altın iyonlarının akımı sağlanmış oluyor.
Bütün bu bilgileri başvurduğumuz değişik yazılı kaynaklardan toplamış bulunuyoruz. Uygulamada bunun nasıl gerçekleştirildiğini öğrenmek için eski kuyumcular ve yaldızcılarla ilişkiler kurmaya başladık. Ustaların bir bölüğü tombak yapmayı bilmediklerini söyleyerek konuşmaya başlarken kesiyorlar. Bir bölüğü de çok yaşlı ustalardan gördüklerini ya da işittiklerini ama çoktan unuttuklarını söyleyerek özür diliyorlardı. Akıllarında ne kalmışsa onu aktarmasını rica ettiklerimizin çoğu bildiklerini de söylemekten çekinmişlerdir. Bu davranış biçiminin iki nedeni vardı:
-
Yaşlı ustalardan bir bölüğü cıva buharının çok zararlı olması yüzünden bilgi vermek istemiyordu. Söylediklerini uygulamaya kalkarsak, sakatlanacağımızdan ya da yaşamımızın tehlikeye gireceğinden korkuyordu. “Kimden öğrenirseniz öğrenin, biz sebep olmayalım” diyorlardı.
-
Bir bölüğü de gizli ve yasak olduğunu sandıkları eski araştırmalarının herkesin ağzına düşüvermesinden korkuyordu. Bunlar cıva ve kükürtün aracılığı ile daha bilmem ne türlü yöntemler uygulayarak yapma, altın peşine düşmüş kimselerdi. Başarısızlıklarını da başarılarını da kimseye söylemezlerdi. Yeminliydiler. Bu konudaki umtularını hala yitirmemiş olanlar bile vardı. Tanınmış İlm-i Simya’cı Ebu Musa Cabir’in adını duymamışlardı. Ama böyle bir pirlerinin olduğunu biliyorlardı. Ebul Kasım Kaşani’yi, el-Hamdani’yi, el-Biruni’yi ilk kez duyuyorlardı. “Tombak zenaati artık ölmüştür. Gelin siz bu işten vazgeçin” diyorlardı.
GENEL BAKIŞ
Görsel Bilgisi : Şerbetlik
18. Yüzyıl, Yükseklik 47 cm
Topkapı Sarayı Müzesi
Tombakçılık konusunda yaptığımız araştırma ve soruşturmaların en önemlileri, rahmetli Hilmi Aşar ustanın anlattıkları ile Mithat Sertoğlu’ndan dinlediğim denemelerdir. Çünkü Hilmi Aşar usta, ustasından öğrenip de yüzlercesini yaptığı tombaklamadan söz ediyordu. Mithat Sertoğlu da öğrenmek için kaç kez izlediği Mücellid Mehmed Efendi’nin tombakçılığını aktarıyordu. Bunlardan birincisi bizzat bu işi yapan kimse idi; ikincisi de yapan ustanın yanında bulunmuştu.
Uzun bir süre yaşlı ustaların peşinde dolaşarak bizim için bir uygulama yapmasını istedik. Ama bu isteğimizi hiçbiri olumlu karşılamadı. Sabırla bizim sorularımıza karşılık verenlerden, içinde derli toplu bilgi olanlardan bazılarını çoğaltılmış metinde bulabilirsiniz. Aşağı yukarı birbirine benzeyen iki uygulamayı size karşılaştırmalı olarak vermek istiyorum:
Rahmetli Hilmi Aşar Usta, temizleme konusunda herhangi bir açıklamada bulunmadı.
-
Bir pota içersine 5 gram cıva, 24 gram has altın koyuyor ve hafif ateşte ısıtarak malgama elde ediyor.
-
Bir bardak içindeki nişadırlı suyun içine malgamayı boşaltıyor ve sonra suyunu süzüyor.
-
Malgamadan bir ağaç çubukla alarak tombaklanacak eşyanın üzerine sürüyor. Daha sonra temiz bir pamukla sıvazlıyor.
-
Bir başka porselen kap içine koyduğu üzüm sirkesinin üstüne bir çorba kaşığı toz kükürt koyuyor ve kaynama noktasına kadar ısıtıyor. Ve malgama sürülmüş eşyayı bunun içinde banyo yaptırıyor. Daha sonra su dolu kabın içine ve oradan da hızar talaşının içine bırakıyor.
Mücellid Mehmed Efendi, tombaklanacak eşyayı hiçbir oksidasyon izi kalmayacak bir biçimde temizliyor.
-
Porselen bir kap içerisine 10 dirhem cıva ile 2 dirhem dövülmüş altın tozu koyarak karıştırıyor. Böylece malgamayı elde ediyor.
-
Güderi kılıflı parmağı ile malgamayı alarak yedirerekten eşyanın üstüne sürüyor.
-
On iki saat dinlenmeye bırakılan eşya, gaz ocağında ısıtılarak cıvasının uçması sağlanıyor.
-
Tombaklanmış eşyanın renklendirilmesi ve parlatılması konusunda bilgi verilmemiştir.
Gerek kullanılan gereçlerin oranlarında gerekse uygulama sırasında bir takım değişiklikler bulunmasına karşın bu iki ustanın tombaklama tekniklerinde ortak yanlar var.
Uygulamasını gözlerimle görmediğim tombak tekniği hakkında sağlam bir bilgi edinebilmek amacı ile topladığım bütün bu bilgilerle birlikte Metalurji Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ali Fuat Çakır’a başvurdum. Prof. Dr. Ali Fuat Çakır, bizim kendisine verdiğimiz notları elindeki kaynak kitaplar ve laboratuar çalışmaları ile yeniden değerlendirdi. Özetleyerek vermek gerekirse:
-
Malgamanın hazırlanması. Eski ustaların söyledikleri yolla malgama elde edilmesine karşın işi çabuklaştırmak için işlemin arasına girilebilir.
a-) Grafit potada buharlaşma noktasına kadar ısıtılan cıvanın içerisine altın kırıntıları (24 ayar) atılır ve karıştırılır.
b-) Grafit potada altın kırıntıları kızıllık noktasına kadar ısıtılır. Üzerine ısıtılmış cıva dökülür ve ısıtma işlemi sürdürülür. Elverişli malgama elde etmek için 1 ölçek altın, 6 ya da 8 ölçek cıva içerisinde çözündürülmelidir. Ayrıac malgama ateşten indirilir indirilmez soğuk su içinde soğutulmalıdır. -
Eşyanın temizlenmesi. Özellikle bakır eşyanın temizlenebilmesi için ayrı bir banyo hazırlanması gerekecektir. Bunun için 100 ölçek su içerisine 5 ölçek ya da 10 ölçek sülfirik asit, fazla ısınmaya neden olmayacak bir biçimde ağır ağır dökülerek karıştırılır. Elde edilen bu banyonun içine daha önce iyice temizlenmiş ve yıkanmış eşyalar yeniden yıkanarak (daldırılarak) bir süre bırakılır. Çıkarılan eşya, şehir suyunda yıkanarak kurutulur.
-
Malgamanın sürülmesi. Eski ustaların uygulama biçimi doğru olmaklar birlikte daha iyi bir sonuç alabilmek için eşyanın yüzeyinin cıvalı su ile yıkanmasının yararlı olacağı kanısına varılmıştır. Cıvalı su ile yıkanan eşyanın yüzeyine altın malgaması dikkatle sürülür. Burada dikkat edilecek yön, malgamanın her yerde aynı kalınlıkta olmasını sağlamaktır.
-
Cıvanın eşyanın yüzeyinden uçurulması. Bu işlemin kömür ateşi üzerinde yapılması iyi olur. Eşyanın her yanı aynı ölçüde ısıtılarak cıvanın düzenli bir biçimde uçurulması sağlanmalıdır. Gerek malgamanın sürülmesi, gerek cıvanın uçurulması işlemi oldukça ustalık isteyen bir iştir.
-
İstenen rengin ve parlaklığın verilmesi. Altın kaplanmış eşyanın yüzeyi fırçalanarak düzgün bir görüntü elde edilir. Sonra eşyanın üstüne “yaldız mumu” sürülerek ısıtılır. Böylelikle hem altının gerçek rengi gelir, hem de geride kalan cıva da uçurulmuş olur.
Tombaklama işlemi sırasında cıva buharından korunmak için çok iyi önlemler almak gerekmektedir. Eski ustalar, bu konuda çeşitli yöntemler uygulamışlardır. Bugün de böyle bir uygulamaya kalkışacak olursak, hava emici araçlardan ve benzeri gerekli araçlardan yararlanmalıdır. Yoksa yaşam için tehlikeli olabilir.
Artık bırakılmış, uygulamadan kaldırılmış zor bir yöntem olmasına karşın tombaklanarak yaldızlanmış eşyanın daha üstün nitelikleri ve bir görüntüsü olduğu bilinmektedir. Elektroliz yoluyla yapılan kaplamalar, kabuk kabuk kalkabildikleri halde, tombaklanarak yapılan kaplamalar ancak aşına yoluyla çıkmaktadır. O yüzden de daha uzun ömürlüdür.
Altının kendisi ile eşya yapmak ve kullanmak varken neden altın görünümünde kaplamalı eşyalar yapmak ve kullanmak ihtiyacı doğmuştur? Bu soruya kuşbakışı şöyle karşılık verebiliriz:
-
Som altından eşya yapmak çok pahalıya mal oluyordu. Tarih sahnesinde devletlerin ve toplumların ekonomik güçleri çok dalgalı ve değişik bir ilerleme göstermiştir. O yüzden has altının bulunmadığı yerde kaplaması ile yetinildiği dönemler olmuştur. Böyle bir mantık zinciri içindeki düşünce ilk bakışta insana doğru gibi gelebilir, ama karşıtı tarihi verileri kişiyi kuşkuya düşürüyor. Osmanlı devleti ve toplumunun en güçlü olduğu ve altının en çok kullanıldığı dönemlerde bile bakır eşyalar üzerine tombak yapılmış ve kullanılmıştır.
-
Yukarıda da değindiğimiz gibi İslam dogmalarına göre som altın ve gümüş eşya kullanmak, saf ipekten giysiler giymek haramdır. O yüzdendir ki, som altın ve gümüş eşya yerine kaplamaları kullanılmıştır. Tombak sanatının en ok kullanıldığı dönemler, bu ilkelerin en çok gündeme geldiği dönemlerdir. Bu dönemde saf ipekten gömlek yerine pamukla karıştırılmış gömlekler giyilmiştir. Ve bu yüzden de tombaklanmış eşya ile pamuk karışımı ipek gömlekler için ayrı bir terim üretilmiş; bunlara “helali” denmiştir. Ama bilindiği gibi altın eşya devlet hazinesinin baş köşesini her dönemde korumuştur.
-
Yoksa yama altın peşindeki eski ustalar bakır ve bakır alaşımı madenlerden yapılmış eiyayı yüzeyden aşılayarak altına çevirme hevesi peşinde mi idiler? Bu konuda başarı sağlayamayınca tombaklama işini de kuyumculuk sanatlarının yanında mı sürdürdüler? Bu soruların karşılıkları en azından bugün verilemiyor.
Bize göre altın kaplamacılık, çok eski çağlardan beri uygulanagelen bir sanat türüdür. Selçuklu ve Osmanlı Türklerinin en parlak dönemlerinden başlayarak elektroliz tekniğinin bulunuşuna kadar sürdürülen tombaklama sanatı, bugün artık bırakılmış öteki sanat türlerinden biri niteliğinde idi. İşleme, dokuma, tezhib, çinicilik, hattatlık gibi bir çeşit maden süsleme sanatı idi. Devrini tamamladığı için ötekiler gibi eldekilerin koleksiyonları ile yetinilmektedir.
Yükseklik 30 cm, Topkapı Sarayı Müzesi |
---|
18. yy, yükseklik 37 cm, Çap : 18,5 cm Topkapı Sarayı Müzesi |